23 Ağustos 2017 Çarşamba

Hamilelikte Seyahat İpuçları


Evet yeni konumuzla ilgili ilk yazım maalesef yaz tatilinin sonlarına denk geliyor ama ancak kendimi toparlayabildim. Yine de kurban bayramında yolculuk edecek hamileler için bir fikir verebilir diye düşünüyorum.

Konumuz hamilelikte seyahat. Benim ikiz ve biraz da riskli bir gebelik olduğu için bu yaz çoğunlukla günübirlik yada bir gecelik geziler dışında pek seyahat etme fırsatım olmadı. Yaptığım kısa seyahatlerde ise birazdan yazacağım kuralların çoğuna uymaya çalıştım. Peki hamilelikte bebeğiniz ve sizin için güvenli yolculuk kuralları neler bir bakalım mı?

Gebelikte seyahat için ideal zaman 2. üç aydır. Çünkü ilk 3 ayda aşerme, bulantı, kusma gibi problemler ve son 3 ayda da büyüyen karın ve gebelikten dolayı çabuk yorulma yolculuğu zorlaştırabilir. Ancak özellikle uzun süren yolculuklarda da dikkat edilmesi gereken bazı konular vardır.

Otobüs yolculukları hamileler için en az önerilen yolculuk biçimidir. Gerek hareket kısıtlılığı, gerekse molaların seyrek olması nedeniyle eğer başka seçenek varsa uzun otobüs yolculuğu tercih edilmemelidir.

Tren yolculukları hareket imkanının daha fazla olması nedeniyle otobüse tercih edilmelidir.

Uzun süren yolculuklarda uzun süre hareketsiz kalmak hamileler için risklidir. Kan pıhtılaşması gibi bir sorununuz varsa her saat başı 10 dk’lık bir yürüyüş araba yolculuklarında tavsiye edilmektedir. Uzun süre bacakların aşağı sarkık durumda ve hareketsiz kalması kanın damar içinde pıhtılaşmasına neden olabilir. Özellikle bacak damarlarından kaynaklanan bir pıhtının akciğere geçerek ‘Akciğer Embolisi’ ne neden olabilmesi söz konusudur. Bende kan sulandırıcı iğne kullandığım için bunlara dikkat etmeye özen gösteriyorum. Zaten hamileliğin ilerleyen aylarında isteseniz de uzun sure hareketsiz kalamıyorsunuz. Yapılan kısa yürüyüşler şişkinlik gibi sorunları da en aza indirgiyor…

Uçak yolculuğu gebeler için güvenlidir. Kabin basıncında önemli değişiklik olmadığı sürece bebek için ekstra bir risk taşımaz. Buna karşın havayolu şirketleri kendilerini güvenceye almak için belli bir gebelik haftasından sonra  doktor raporu talep eder. Örneğin Pegasus Havayolları tekil komplikasyonsuz hamileliklerde, hamilelik dönemi 36 haftayı aşmış anne adaylarının seyahat etmesini kabul etmemektedir. Dolayısıyla bütün gidiş-dönüş uçuşları hamileliğin 36. haftası bitmeden tamamlanmalıdır.
çoğul komplikasyonsuz hamileliklerde, hamilelik dönemi 32 haftayı aşmış anne adaylarının seyahat etmesini kabul etmemektedir. Dolayısıyla bütün gidiş-dönüş uçuşları hamileliğin 32. haftası bitmeden tamamlanmalıdır.

THY Kurallarına gore ise 28. haftalarını (yedi ay) doldurmamış olan hamile yolculardan seyahat için herhangi bir rapor istenmez. Tek bebeğe hamile olan yolcular, 28. haftanın başından 35. haftanın sonuna kadar kendi doktorlarından aldıkları “uçakla seyahatinde herhangi bir sakınca yoktur” ibaresi yer alan raporla seyahat edebilirler. 36 hafta ve sonrasında ise doktor raporu olsa dahi hamile yolcuların seyahatine izin verilmez. İki veya daha fazla bebeğe hamile yolcular ise 28. haftanın başından 31. haftanın sonuna kadar kendi doktorlarından aldıkları “uçakla seyahatinde herhangi bir sakınca yoktur” ibaresi yer alan raporla seyahat edebilirler. 32 hafta ve sonrasında ise doktor raporu olsa dahi hamile yolcuların seyahatine izin verilmez. Doktor raporunun tarihi 7 günden eski olamaz. Raporu düzenleyen doktorun rapor üzerinde adı soyadı, diploma numarası ve imzası mutlaka olmalıdır. Raporun dili İngilizce veya Türkçe olmalıdır.

Gebelikte seyahat için öneriler:

• Rahat giyisiler ve ayakkabılar giyilmelidir.
• Uygun, rahat bir seyahat yastığı bulundurulmalıdır.
• Tuvalet ihtiyacı mutlaka giderilmelidir.
• Atıştırmalık yiyecek bulundurulmalıdır.
• Emniyet kemeri takılmalı ve tüm güvenlik önlemleri alınmalıdır. (Ben özellikle arabada emniyet kemerimi göbeğimi kesmeyecek yada rahatsız etmeyecek şekilde takmaya özen gösteriyorum)

Uçuş esnasında
- 2 saatten fazla süre hareketsiz kalınmamasına dikkat edilmeli,
- Yeterli miktarda  sıvı  tüketilmelidir .Çay-kahve ve gazlı içeçekler yerine su veya meyve suları tercih edilir.
İniş ve kalkışlar sırasında, hava basıncındaki değişikliklerin etkilerini azaltmak amacıyla sakız çiğnenebilir.
- Uzun uçuşlarda ( 3 saatin üzerinde) bacakta kan dolaşımını arttıran varis çoraplarının giyilmeli, kan dolaşımını arttıran egzersizler yapılmalıdır.
- İstenildiği zaman yürümeyi mümkün kıldığı için koridorda koltuk seçimi yapılmalıdır.
- Acil çıkış kapılarının olduğu koltuklarda geniş koltuk aralığına sahip olduğu için tercih edilebilir.

Kabin içerisinde nem oranının düşük olması burun, boğaz ve göz kuruluğuna neden olabilir. Kuruma etkilerini en aza indirmek için; dudaklar için nemlendirici kremler yanınızda bulundurulmalı kontak lens kullanılıyorsa seyahat esnasında gözlük kullanımı tercih edilmelidir.

Mümkün oldukça yolculuk esnasında ayağa kalkıp yürümelidir. Otururken ise yine boş durmamalı ve alt bacaktaki kas gruplarını çalıştıracak bilek çevirme, bacak ve kol esnetme gibi egzersizler yapılmalıdır.

Havayolları, acil yardım kapsamında kabin personeline uçakta meydana gelebilecek doğumlar için eğitim veriyor. Böylesi durumlarda uçaktaki diğer yolcular arasında doktor ya da hemşire gibi sağlık görevlileri bulunuyorsa kabin ekibiyle beraber doğum sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebiliyor. Uçak da en yakın noktaya acil iniş yapıyor.

11 Ağustos 2017 Cuma

St. Barnabas Manastırı ve İkon Müzesi / Gazimağusa



St. Barnabas kimdir?
Salamis'te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından taşlanarak öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St. Barnabas'ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis'in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St.Mathews'un yaptığı incilin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır. 

432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında St. Mathews incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilmiş olur. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul'a giderek İmparator Zeno'yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, gömütün bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesi için bağışta bulunur. Manastır 477'de inşa edilir. Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmiştir. 

St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu 18. yy'dan kalma zengin bir ikon koleksiyonu bulunmaktadır. Manastırın avlusunda bulunan bazalt değirmen Enkomi yerleşim bölgesinden, diğer sütun ve taşlar ise Salamis'ten gelmiştir. Papazların yaşamlarını sürdürdüğü odalar ise restore edilerek bir Arkeoloji müzesi haline getirilmiştir. Bölgenin en geniş müzesinde, Kıbrıs'ın Neolitik Döneminden Roma Dönemine dek geniş bir çizgideki tarihsel sürece ait çeşitli eserleri görebilmek mümkündür.




Barnabas İncili
Barnabas'ın kaleme aldığı incil, zamanının çoğunu, mesajını yaydığı üç yıllık süre içinde bizzat İsa'nın yanında geçiren bir kişi tarafından yazılmış ve bugüne kadar gelmiş, bilinen tek İncil'dir. Kabul edilmiş dört İncil'in yazarlarının aksine, o İsa ile doğrudan teması olmuş ve öğretisini doğrudan İsa'dan almış biriydi.

Iraneus'un (MS.130-200) yazılarından, bu İncil'in İsa'nın doğumundan sonraki birinci ve ikinci yüzyıllarda elden ele dolaştığı anlaşılmaktadır. Putperest Roma dininin ve Eflâtun'un felsefesinin İsa'nın aslî öğretileri içine girmesine karşı çıkan İraneus, Eflatuncu Valentinyanlara karşı kendi fikirlerini desteklemek için Barnabas İncili'nden alıntılar yapmıştır.

Barnabas İncili M.S 496 yılında Papa I.Glasius tarafından yayınlanan Decretum Gelasianum'da Aykırı Kitap ilan edilmiştir.


Barnabas incili Hz. Muhammed’in son peygamber olarak insanlığa yollanacağını doğumundan 75 sene once müjdelemiştir. Ayrıca Hz. Meryem’in Tanrı’nın oğlunun annesi olmadığını sadece sıradan bir insan olduğunu, Hz. İsa’nın yeniden dünyaya gelecek olan mesih olmadığını da yazmıştır. Tam da bu nedenle asırlar boyu (1700 senedir) tamamen imha edilmek istenmiştir.

23 Haziran 2017 Cuma

Salamis Antik Kenti / Gazimağusa

Salamis Gazimağusa'nın 6 km kadar kuzeyinde bulunan bir antik kent. Açıkçası Salamis'e gitmeden önce pek bir beklentim yoktu. Bu yüzden gördüklerim beni etkiledi gerçekten. Özellikle heykel ve mozaikler görülmeye değerdi. 



Kentin bulunuşu
Salamis Antik kenti 19,yy'ın sonlarında ağaç ve toprak tabakasıyla kaplı bir halde bulunmuş ilk olarak. 1952 - 1974 yılları arasında yapılan kazılarla da kentin büyük bir kısmı ortaya çıkarılmış. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı sonucu ara verilen kazılara 1998 yılında Ankara Üniversitesi öncülüğünde tekrar başlanmış. Şu anda ise benim görebildiğim kadarıyla her hangi bir kazı çalışması faaliyeti yok.

Kentin tarihi ve önemi
Salamis'in adı İncil'de de geçmektedir. Hz. İsa'nın havarilerinden Barnabas ve Pavlus'un burada vaaz verdiği söylenmektedir. 
Bir rivayete göre Aka'lar, başka bir rivayete göre ise Truva savaşına katılan Salamis adası kralı Telamon'un oğlu Tefkros tarafından kurulmuştur. Kentte bulunan en eski kalıntıların tarihi M.Ö. 11 yy'a aittir.

Kentte bulunan sikkelere göre bir dönem Asur hakimiyeti hüküm sürmüştür. Asur egemenliğinin sona ermesiyle bir süre bağımsız bir krallık olan Salamis, daha sonra  Mısır ve Pers egemenliğinde varlık göstermiştir. Fakat Büyük İskender'in büyük doğu seferi sırasında Pers idaresinden de çıkmıştır.
Özellikle İskender'in ölümünden sonra çalkantılı bir dönem geçiren ve devamlı el değiştiren kent MÖ 294 yılında Ptoleme krallığının Kıbrıs'ı almasıyla birlikte bu krallığın idaresine girer ve başkent olur. Bu parlak dönem Roma döneminde de devam eder. Roma İmparatorluğunun en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelir. Kentte bulunan kalıntıların bir çoğu da bu döneme aittir. MS 76-77 yıllarında yaşanan depremler ve MS 116 yılında yaşanan isyanlarla tahrip olan kent Roma İmparatorluğunun Antakya (Antiocheia) vilayetine bağlanır ve bu dönemde tekrar refaha kavuşup, şaşaalı günlerine geri döner.

Salamis Kenti MS 332-342 yılları arasında olan depremlerle büyük tahribatlara uğrar ve eski önemini kaybeder. MS 647 yılında başlayan Arap akınları ve depremler sonucu tamamen kaderine terk edilir...



Kentte bulunan yapılar
Kenti çevreleyen surların yanı sıra şehir merkezin çevreleyen ikinci bir surun varlığı tespit edilmiştir. Kentin surlarının Arap (islam) akınlarına karşı yapıldığı düşünülmektedir.
Şu anda tamamen denizden uzaklaşsa da kentte iki adet de liman kalıntısına rastlanmıştır. 
Şehrin Gymnasium'un da bulunan bir yazıtta buranın helenistik bir yapı olduğu ifade edilmiştir.
Tiyatro ise ilk kez Augustus döneminde inşa edilmiş, depremlerle yıkıldıktan sonra taşları kentin tekrar imarında kullanılmıştır.
Yeni yapılan tiyatro ise üç bölümden oluşur. Sahne, orkestra ve oturma yerleridir. Sahne binasından günümüze sadece temelleri kalmıştır.
15.000 kişilik olduğu tahmin edilen tiyatronun oturma kısımlarından çok azı günümüze ulaşabilmiştir.


Roma villası olarak adlandırılan yapı tiyatronun güney tarafında bulunmuştur. Sütunlu bir giriş, büyük bir iç avlu ve büyük bir oturma odası tespit edilmiştir. Villanın zemininde bulunan mozaiklerde hayvan tasvirleri bulunmaktadır.
Bizans sarnıcı üç bölmeden oluşur. Burada duvar resimleri ve yazılar bulunmuştur.
Aziz Epiphanios Bazilikası
Bazilika, 3 ayrı bölümden oluşmaktadır. Ayin sırasında Rahiplerin oturduğu bölümlerin yanı sıra iki yanda bulunan odalar rahiplerin cüppelerini giydiği ve eşyalarını koydukları bölümlerdir. Vaftizhanenin altında bulunan sistemden anlaşıldığı üzere kışın vaftiz için sıcak su kullanılmıştır.
Agora
Şehrin ortasında bulunan bu kısım dükkanların da yer aldığı hem toplantı hem de alışveriş merkezidir. Kazı alanında bulunan bir kitabeden öğrenildiğine göre İmparator Augustus döneminde yenilenmiştir.
Zeus Sunağı
Yapının çok az bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Bulunan bir kitabede İmparator Augustus'un karısı Livia şerefine yaptırıldığı anlaşılmaktadır.


Giriş 7 TL. Yanınızda mutlaka su ve şapka bulundurun. Alan çok büyük ve dağınık olduğu için oldukça yorucu olabiliyor gezmesi...


23 Mayıs 2017 Salı

Bellapais Manastırı - Girne



Bellapais Manastırı ve Beylerbeyi sokakları gerçekten de harika. Özellikle Beylerbeyi sokakları renkli rum evleri, küçük dükkanları ile insana huzur veriyor. Bellapais Manastırı ise muhteşem Girne manzarası ve korunmuş yapısı ile Girne'de mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Benim gittiğim dönemde yapılacak olan müzik festivali için prova yapan sanatçıların muhteşem eserleri eşliğinde gezmek ise ayrı bir güzellik kattı bu geziye...

Bellapais Manastırının tarihi:
Beşparmak dağlarının eteğinde bir kayalık üzerinde kurulmuş olan manastırın bugünkü adı Fransızca  “Abbaye de la Paix” den (Barış Manastırı) türemiştir. 



MS. 12.yy'da Roma döneminde inşa edilen manastırın temelleri üzerine ortaçağ'da yapılan eklentilerle günümüzdeki halinae kavuşmuştur. Gotik mimarinin güzel örneklerinden biri olan manastıra ilk yerleşenler Kudüs'ten göç eden Augustinian mezhebi rahipleridir. Manastırın ilk binası 1198 ve 1205 tarihleri arasında yapılmıştır. Günümüzdeki yapının büyük bir kısmı ise Lusignan (Lüzinyan) kralı III.Hugh tarafından 1267-1284 tarihleri arasında inşa ettirilmiştir. Avlunun etrafında bulunan yemekhane ve diğer alanlar ise IV. Hugh tarafından eklenmiştir. Yemekhane kapısının üzerinde  sırayla Kıbrıs, Kudüs ve Lüzinyan krallıklarının armaları asılıdır. 



Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra manastır Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'ne verilmiştir. Sadece kilise bölümü, ortodoks kilisesi özelliklerini barındıran özellikler eklenerek, Rum ortodokslar tarafından kullanılmıştır. 1974 Barış harekatı sonucu rumlar adanın güney kesimine geçince manastır Eski Eserler ve Müzeler dairesinin himayesine verilmiştir.

Manastır, dönem dönem klasik müzik konserleri ve çeşitli müzik festivallerine ev sahipliği yapmaktadır.


14 Mayıs 2017 Pazar

Anneler günü nereden çıkmıştır? Anlamı nedir?


Anne olan, olmak isteyen, içinde anne olma hissini taşıyan herkesin anneler günü kutlu olsun.

Açıkçası bu gibi günler benim gibi annesini veya ona annelik etmiş her kimseyi kaybetmişler için zor geçen günlerdir. Peki nereden çıkmış bu "Anneler Günü" kutlaması?

Tarihteki ilk anneler günü kutlamaları, antik Yunan’da, tanrıların anası Rhea onuruna düzenlenen bahar kutlamalarına dayandırılabilir. 1600’lerin İngiltere’sinde “Anneler Pazarı” kutlanırdı. Paskalya’nın 40 gün öncesinden başlayan sürecin dördüncü pazarında kutlanılan “Anneler Pazarı” ile, bütün İngiliz anneler onurlandırılırdı. “Anneler Pastası” denilen özel bir pasta, bu kutlamayı daha da özel kılardı.

Hıristiyanlığın Avrupa’da yaygınlaşmasıyla kutlama biçim değiştirerek “Kilise Ana” kutlamasına dönüştü. Kendilerine hayat veren ve kötülüklerden koruyan gücün “Kilise Ana” olduğuna inanılırdı. Zamanla kilise festivali ile “Anneler Pazarı” kutlamaları karıştı ve insanlar, kiliseyle birlikte annelerine de şükranlarını sunar oldular.

BARIŞA ADANAN BİR GÜN

ABD’de Anneler Günü ilk defa 1872’de Julia Ward Howe tarafından, barışa adanan bir gün olarak önerildi. Bayan Howe her yıl Boston’da Anneler Günü kutlamaları organize etti.

1907 yılında Philadelphia’da Ana Jarvis adında bir kadın, ulusal bir Anneler Günü için kampanya başlattı. Bayan Jarvis, West Virginia eyaletinde annesinin bağlı olduğu kiliseyi, annesinin vefatının ikinci yıldönümü olan mayısın ikinci pazarında, Anneler Günü’nü kutlamaya ikna etti. Ertesi yıl Anneler Günü, bütün Philadelphia’da kutlanmaya başladı.

1914'TE RESMİ AÇIKLAMA GELDİ

Bayan Jarvis ve onu destekleyenler bakanlara, iş adamlarına ve politikacılara, ulusal bir Anneler Günü ilan edilmesi için dilekçeler yazmaya başladılar. 1911’de arzuları gerçekleşti ve Anneler Günü tüm eyaletlerde kutlanır oldu. Başkan Woodrow Wilson, 1914’te resmi bir açıklama ile Anneler Günü’nü ulusal tatil ilan etti. Böylece Anneler Günü’nün, her yıl mayısın ikinci pazarında kutlanmasına karar verilmiş oldu.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde Anneler Günü’nün farklı tarihlerde kutlanmasına karşın, Danimarka, Finlandiya, İtalya, Türkiye, Avustralya ve Belçika’da Anneler Günü mayıs ayının ikinci pazarında kutlanmaktadır.

5 Mayıs 2017 Cuma

Hıdırellez nedir? Neler yapılır?

Çingeneler Zamanı / Time of the Gypsies

Bugün Hıdırellez. Öncelikle herkesin dileklerinin kabul olmasını, hastaların şifa bulmasını dilerim.

Peki nedir Hıdırellez?
Unutmazsam her sene dileklerimi bir kağıda yazıp, gül fidanına bağladığım bu gecenin hatırası benim çocukluğuma dayanır. 

Hıdırellez gecesinde rahmetli Anneannem bize dileklerimizi yazdırırdı yada çizdirirdi kağıda. Bazen de çakıltaşlarıyla istediğimiz şeyin şeklini yapmaya çalışırdık. Kendisi başka ritüelleri yapar mıydı hatırlamıyorum ama çocuk aklımla son derece eğlendiğimi hatırlıyorum bunları yaparken...
Yaza adım atıldığının ve baharın habercisi olan 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece, mevsimlik bir bayram olan Hıdırellez'in kutlandığı gün olarak sayılıyor. Bugün Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler St.Georges Günü olarak kutlamaktadırlar..

Hıdırellez'in hikayesi nedir?
Hızır ve İlyas, Bir hükümdarın ordusundaki iki askerdir. Hükümdar bir gün ordusuyla birlikte ölümsüzlük suyunu (Ab-u Hayat) aramaya çıkar. Yolculukta, Hızır ve İlyas diğer askerlerden ayrılırlar. Bir subaşında durup, yemek için kurutulmuş balık çıkarırlar. Tam bu esnada deniz suyu balığa sıçrar, balık canlanır ve suya atlar. Böylece Hızır ve İlyas ölümsüzlük suyunu bulmuş olurlar. Bu sırada bir melek gelir. Hızır ve İlyas’ın kıyamete kadar yaşayacaklarını, fakat Hızır’ın karada, İlyas’ın denizde ihtiyacı olanlara yardım edeceklerini bildirir. Hıdrellez günü yani 6 Mayıs’ta Hızır ve İlyas’ın buluştuklarına, onların buluşmalarıyla ölü tabiatın canlandığına inanılır. Halk inanışına göre 6 Mayıs’ın yağmurlu geçmesi, Hızır ve İlyas’ın buluştuklarında sevinçlerinden ağlamalarının ve bulutların da onlara katılmalarının bir ispatıdır.
(Ölümsüz olan ve bahar aylarında gezip bereket dağıttığına inanılan Hızır açık olarak geçmese de Kuran’da kendisine referans gösterildiği de rivayet edilen bir muhterem şahıstır. )

Hıdırellez Gecesi neler yapılır?5 Mayıs akşam ezanı ile gül dallarına paralar asılır (Eskiden kese içine para dikilip gül dibine gömülürmüş) ya da açık cüzdan bırakılır. Böylelikle bolluk ve berekete ulaşmak, varlıklı bir kişi olmak hayal edilir. Asılan paralar ya da cüzdanlar 6 Mayıs sabah erkenden geri toplanır. Evdeki her kişi için yedi fasulye ya da yedi nohut ekilir, gelebilecek kötülüklerin bunlara gelmesi dilenir.

Hıdırellez'de neden ateşten atlanır?Hıdırellez gecesi en çok yapılan etkinliklerden biri ateşten atlamadır. Bunun sebebi de ateşten atlanıldığında hastalıklardan korunulacağına inanılmasıdır. Hıdırellez'in en yaygın ritüelü budur ve ateşten atlamanın nazardan ve hastalıktan koruduğuna inanılır. 
Hıdırellez'in UNESCO'nun 'İnsanlığın Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi'ne alınması amacıyla 2010 yılında çalışmalar başlatılmıştır.

Goran Bregovic'in ünlü "Çingeneler Zamanı" filminden "Ederlezi"yi (Boşnakça Hıdırellez) dinlemediyseniz öneririm...

24 Nisan 2017 Pazartesi

Dünden bugüne Atatürk Orman Çiftliği

Atatürk çiftliğe yaptığı ziyaretlerden birinde

Ben çocukken rahmetli dedeciğim sık sık çiftliğe götürürdü bizi. Havalar güzelse apartmanda büyüyen çocuklar olarak yeşillik görelim diye pikniğe yada hayvanat bahçesine giderdik. Eve dönüşte de kağıt helvalar yada çiftliğin o güzelim dondurmasından alınırdı. Tabi tek şartla, kağıt helvayı döke döke arabada yemek yasak. Evde yenecek. Ablamla eve gidene kadar çıldırırdık yememek için, çaktırmadan ucundan koparmaya çalışırdık. Bazen de o zamanın gözde restoranlarından olan Merkez Lokantasına gidilirdi ailecek.

Tabi benim çocukluğumda böyle değildi çiftlik. Her yer daha sessiz, sakin ve yeşildi. Ankaralılar için gerçekten de hafta sonları keyifli zamanlar geçirilecek yerlerden biriydi.

Büyüdükçe bazen arkadaşlarımla da gitmeye başladım çiftliğe. Kimi zaman o meşhur köfte ekmeklerinden yemeye, kimi zaman ise gecenin bir vakti mis gibi domates suyundan içmeye. Yıllar geçtikçe çiftliğin havası değişti, insan profili değişti, en sonunda da yapılan inşaat sonucu bir avuç yeşil alan kaldı ortada.

Öyle bir hale geldi ki en son bir kaç ay önce bir gece eşimle kafamıza esti hadi çiftliğe köfte ekmek yemeye gidelim dedik. Dedik de navigasyona rağmen çiftliğe giren bütün yollar bir şekilde kapatıldığı ve hiç bir yerde yolu gösteren adam gibi bir tabela olmadığı için döne döne bir hal olduk ve bir iki saatin sonunda kös kös eve döndük. Atamızın mirası olmasının yanı sıra, Ankarada bulunan en büyük yeşil alanlardan biri olan ve SİT alanı olması gereken Atatürk Orman Çiftliğinin son hali gerçekten de çok üzücü. Geçmişten gelen değerlere sahip çıkamayıp, üstüne bir de her yeri inşaat alanı yapma merakımızdan vazgeçeriz inşallah. Yoksa çocuklarımıza beton yığınlarından başka birşey bırakamayacağız…

Şimdi biraz Atatürk Orman Çiftliğinin tarihinden ve içindeki yapılardan bahsedeyim sizlere;



Atatürk Orman Çiftliği
Atatürk Orman Çiftliği, 1925 yılında Ankara'nın batısında, kendisine armağan edilmiş arazi üstünde Atatürk'ün talimatı ile kurulan ve Türk tarımına öncülük eden çiftliktir.

1937'de Atatürk tarafından hazineye bağışlanan çiftlik 1992’de 1. derecede tarihî ve doğal SİT alanı olarak tescil edilmiştir.

Ankara'nın en büyük yeşil alanı olan çiftlik arazisi içinde ülkenin en büyük hayvanat bahçesi, Atatürk’ün doğduğu Selanik'teki evin bir benzeri, tarihî Karadeniz Havuzu ve Devlet Mezarlığı gibi ziyaret alanları bulunur.

Çiftliğin Tarihi
Kurtuluş Savaşı öncesi Ankara Belediye Reisliği yapan Hacı Ziya Bey'in mülkiyetinde bulunan Orman Çiftliği arazisi, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra istimlak edilerek Mustafa Kemal Paşa'ya armağan edilmişti. O yıllarda büyük ölçüde bataklık ve sazlıklarla kaplı olan 52.000 dekarlık alanda Mustafa Kemal Paşa'nın talimatı ile gerçekleştirilen başarılı çalışmalar; fidan yetiştirme, bahçecilik, bağcılık ve hayvancılık alanlarında çiftçilere örnek ve yol gösterici oldu. Çiftlikteki tarım ve hayvancılık faaliyetleri doğrultusunda bünyesinde endüstriyel tesisler de kuruldu.

İlk adı “Orman Çiftliği” olan arazi, 1937 yılında Atatürk tarafından Hazine’ye bağışlandı. Çiftliğin yönetilmesi için 13 Ocak 1938’de yürürlüğe giren kanunla “Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu” kuruldu. Çiftlik içindeki bira fabrikası bu dönemde Tekel Müdürlüğüne devredildi. Orman Çiftliği, “Gazi Orman Çiftliği” adını alarak faaliyetlerini sürdürdü.

Arazi, 1950’li yıllardan başlanarak Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'na, Çimento Fabrikaları’na, kömür depolarına, trafolara, çeşitli fabrikalara, spor tesislerine, konut kooperatiflerine, hal yeri yapımına, üniversitelere, Ankaray depolama tesislerine, Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali'ne, Ordu Evi'ne, turistik tesislere yerler; tahsis edilerek, satılarak Çiftlik arazisi, amaçları dışında parça parça yok edilmiştir.

Günümüzde de Gazi Banliyö İstasyonu merkez olmak üzere, onun çevresinde yer alan bir alanda Hayvanat Bahçesi, konaklama tesisleri, yüzme havuzu, lokantalar, çocuk bahçeleri ziyaretçilere hizmet verir. Çiftlik bünyesindeki süt fabrikası, şarap ve meyve suyu fabrikasında çeşitli ürünler üretilir.

Çiftliği gezip görmeye gelen halk için "Gazi İstasyonu" adlı tren istasyonu yapıldı. Mimar Ahmet Burhanettin Bey’in (Tamcı) tasarladığı yapı, Birinci Ulusal Mimarlık Akımının ilk anıtsal gar yapılarındandır; 1 Şubat 1926'da törenle hizmete giren yapı, günümüzde lokanta olarak hizmet verir.

1936-1937 yılları arasında mimar Ernst Arnold Egli tarafından, Atatürk’ün isteği ile çiftlik arazisinde bazı yapılar inşa edildi. Çiftlik arazisi üzerindeki bira fabrikası, bira fabrikası hamamı, memur ve işçiler için konutlar, Atatürk’ün manevi kızı Ülkü için bir ev ve çiftlik müdürü için yapılan villa, Egli’nin inşa ettiği yapılardandır.

1933 yılında çiftlikte kurt, tilki, çakal, ayı, domuz, süne, kımıl gibi tarıma ve insana zarar veren hayvanların teşhiri amacıyla bir hayvanat bahçesi kurulmuştu. Bu minyatür hayvanat bahçesinin çok ilgi çekmesi üzerine projesini Necdet Pençe’nin çizdiği modern bir hayvanat bahçesi oluşturuldu ve 1940 yılında hizmete girdi. 32 hektarlık bir alanda Türkiye’nin en büyük hayvanat bahçesi olarak kuruldu.

Ankara Ticaret Odası tarafından Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin bire bir kopyası çiftlik arazisi üstüne yaptırılarak 1981’de "Atatürk Orman Çiftliği Atatürk Evi Müzesi" adıyla ziyarete açılmıştır.
1988 yılında anıt-park niteliğindeki Devlet mezarlığı, Atatürk Orman Çiftliği içinde hizmete girdi.

Çiftlik içinde bulunan / bulunmuş yapılar


Atatürk Evi

Atatürk Evi

Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümü etkinlikleri içerisinde, Selanik’teki Atatürk Evi’nin aynı plan ve ölçüler içerisinde bir örneği, Ankara Ticaret Odası’nın girişimi ile Çarmıklı ailesi tarafından Atatürk Orman Çiftliği sınırları içerisinde yaptırılarak 1981 yılı 10 Kasım günü törenle ziyarete açılmıştır. Ayrıca bu etkinlikler içerisinde Tarımcı Atatürk Anıtı da yaptırılmıştır. Atatürk Evine giriş ücretsizdir.

AOÇ Sergi Salonu

Önceki yıllarda Şarap Fabrikası olarak kullanılan bina, fabrikanın modernize edilmesinin sonrasında aslına uygun olarak restore edilerek müze ve sergi salonu haline getirilmiş, Atatürk Orman Çiftliği'nin kuruluşunun 85. yılında, 6 Mayıs 2010 tarihinde hizmete açılmıştır.

Müzede Çiftlikte kullanılan eski alet, makine ve ekipmanlar sergilenmekte olup, sergi salonu da her türlü sanatsal faaliyet için kullanılmaktadır.
Müze ve Sergi Salonu hergün 08.00-17.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.


Çiftlik Parkı
Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü özkaynakları ile yaptırılan "Gazi Orman Çiftliği Parkı" Eylül 2011 tarihinde açılmıştır.

Atatürk'ün 1937 yılında çiftliklerinin ulusa devri hakkında yazdığı feragat mektubunda belirttiği üzere, "çiftliklerin yerine göre araziyi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler temin eylemek" hususu vazifeleri arasında yer alan Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü tarafından, 6 dönümlük alanın rehabilite edilmesiyle kurulan parkta, çocuk oyun alanları, oturma alanları, dişbudak, akçaağaç, meşe, karaçam, sedir gibi ağaçlar yer alıyor. Parkta, 500 adet gülün bulunduğu gül bahçesi, havuz, mevsim çiçeklerinden yapılan peyzajlar da bulunuyor. 


Süt Fabrikası

Marmara Köşkü
Marmara köşkü 1928 yılında Ernest Egli’nin Atatürk’ün AOÇ arazisi içinde tasarladığı ilk yapılardan birisi ve Modern Cumhuriyet yapılanmasının ilk örneklerinden biriydi. 11 Haziran 1937 yılında Atatürk, Atatürk orman Çiftliğinin şartlı olarak halka emanetini Marmara Köşkünde imzalamıştı. Çıkan koruma kararlarına ve yasalara ragmen 2016 yılında yıkıldı.

Marmara Köşkü

Marmara Oteli

Anne ve Babamın o dönemler zaman zaman gittiği, yapılan balo ve eğlencelerde fotoğraflarının olduğu (görmüş olduğunuz eski fotoğraf çekilen fotoğrafların koruyucu kılıfı) Marmara Oteli’nin yapımına Türkiye Emlak ve Kredi Bankası’nın sağladığı teknik destek ile birlikte AOÇ yönetimi tarafından 1953 yılında başlanmıştır, ancak inşaat 27 Mayıs 1960 tarihinde maddi durumdan dolayı durmuştur. 1964 yılında çiftlik yönetiminin de isteğiyle o güne kadar yapılan masrafların ve inşaatın devamı ve tamamlanması için gereken tahmini miktarın hesaplanması yapılmıştır. Marmara oteli yapıldığı yıldan itibaren, etkin olarak kullanıldığı süre içerisinde, Ankara’nın sosyal hayatının önemli bir parçası olmuştur. Ünlü isimleri de sık sık konuk eden otel, balo salonunda gerçekleştirilen davetlerle de adını duyurmuştur. Dönemin ünlü sanatçılarının eserleriyle ve en kaliteli malzemeler kullanılmıştır.


Şaşaalı dönemler geçirdikten sonra uzun süre kaderine terk edilen otel, 1985 yılında işletmesi için kiralayan bir şirketin ana binaya ek olarak kaçak 14 kat çıkması ile yine sorunlar yaşamış ve Cumhurbaşkanlığı külliyesi inşaatına ve güvenliğine zarar verdiği gerekçesi ve geri dönülemez hasarlı olduğu rapor edildikten sonra 2013 yılında yıkılmıştır.

Devlet Mezarlığı

Devlet Mezarlığı, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanları ile Kurtuluş Savaşı sırasında en az tümen komutanlığı yapmış ve 1988 yılında Genelkurmay Başkanı'nın politik kriterlerine uyan 61 komutanın mezarlarının yer aldığı 1988 yılında hizmete açılmış "anıt-park" niteliğindeki mezarlıktır. Ankara’da, Atatürk Orman Çiftliği arazisi içinde yer alır. 536.000 metrekarelik alanda yer alan ve 356.000 metrekaresi yeşil alan olan park, halka açıktır. Milli Savunma Bakanlığı tarafından yönetilir.

Mezarlık için Milli Savunma Bakanlığı’nın 1982 yılında açtığı yarışma sonucu 42 proje arasından seçilen Y. Müh. Mimar Özgür Ecevit ile, Y. Ziraat Müh. Ekrem Gürenli’nin projesi uygulanmıştır. Bu projede İslam kültürüne uygun olarak gösterişli mezarlardan kaçınılmış, işlevsel olmayan anıtsal formlar kullanılmamış ve hüzünlü bir hava oluşmamasına dikkat edilmiştir. 30 Ağustos 1988 günü devlet töreni ile hizmete açılmıştır.

8 Kasım 2006 tarihinde TBMM'de yapılan yasal düzenleme ile başbakanların yanı sıra TBMM başkanlarının da ailelerinin talebi doğrultusunda Devlet Mezarlığı'na defnedilmesi sağlanmıştır.Bu şekilde cumhurbaşkanı ve kurmay komutanların dışında ilk defnedilen başbakan Bülent Ecevit'tir. 

Karadeniz Havuzu

Marmara Havuzu

Cumhuriyet Tarih Yolu
Park içinde, 19 Mayıs 1919’dan Cumhuriyetin kurulduğu güne kadar olan tarih döneminde ülke tarihi açısından önemli olaylar heykel ve simgelerle canlandırılmıştır. "Cumhuriyet Tarih Yolu" olarak adlandırılan bu alan, Türkiye’deki ilk büyük kapsamlı heykel düzenlemesidir. Bu düzenleme için 600 ton Marmara mermeri kullanılmıştır. Mezarlık alanındaki heykeller, Prof.Dr.Rahmi Aksungur tarafından yapılmıştır.

Devlet Mezarlığı Müzesi

Devlet Mezarlığı’nda yer alan müzede defnedilen Cumhurbaşkanları ve Kurtuluş Savaşı Komutanlarına ait eşyalar, resimler ve dergiler sergilenir.

Karadeniz Havuzu

1931 yılında Atatürk tarafından yaptırılan "Karadeniz Havuzu" adlı havuz, Devlet Mezarlığı inşaatı sırasında restore edilmiştir. Çevresi, dinlenme havuzu olarak kullanılmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi inşası sonucu çiftliğin son hali

Tören Alanı
Mezarlık alanı sınırlarındaki tören alanı üzerinde "otağ çadırı" formunda tasarlanmış bir yapı bulunur. "Simge" olarak adlandırılan sekizgen planlı bu yapı, tören alanını güneş ve yağmurdan korur. Simgenin altındaki "Anısal Duvar", mezarlıkta yatanların adlarından oluşmuş, bitmemiş bir duvar görünümündedir. Her yeni Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı için yeni bir taş konularak örülmesine devam edilmektedir. Böylece Cumhuriyet'in sürekliliği ifade edilir.

Mezar alanlarına giden tören yolunun iki yanında İstiklal Savaşı’nı simgeleyen iki heykel grubu, Cumhurbaşkanları mezar alanı içinde cumhuriyetin gelişimini simgeleyen heykel ve 25 metre uzunluğundaki bayrak direği bulunur.

Devlet Mezarlığı’na defnedilenler
Devlet Mezarlığında 61 Kurtuluş Savaşı Komutanı ve 60 Cumhurbaşkanı mezarı hazırlanmıştır. 2006 Yılında Yapılan Kanun değişikliği ile artık Başbakanlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanları da buraya defnedilebilecektir.

17 Nisan 2017 Pazartesi

Beypazarı Yaşayan Müze ve Türk Hamam Müzesi


Beypazarı'na daha önce de gitmiştim bir iki kere ama 2 nisan doğum günüm hem de hava güzel olunca doğum günümü Ankara'da geçirmek yerine tekrar gidelim dedik.

Açıkçası Beypazarı'nda pek değişiklik yok ama Yaşayan Müze'yi tekrar gezmek keyifli oldu. Bir de Hamam Müzesi açılmış onu ziyaret ettik.

Beypazarı Yaşayan Müze



Yaşayan Müze bildiğimiz müzelerden değil. Yani eserleri camekanların arkasından görebildiğimiz bir müze değil. Burada her şey interaktif, yani anlatılan şeyleri siz de uygulayabiliyorsunuz. İsteyen ıhlamur baskı yapıyor, isteyen ebru. Müzeye giriş de enteresan. Hazırlanan ufak bir skeçle karşılanıyorsunuz. Keloğlanı arayan annesi rolündeki bir görevli sorular soruyor gelenlere "Oğlumu gördün mü?" diye. Verdiğiniz cevaplara göre de gayet keyifli ve akıllıca bir şekilde sürdürüyor mizanseni.



Kurşun nasıl dökülür, ne işe yarar konulu çalışmam :)

Konağı gezerken kış odası bölümünde Karagöz ve Hacivat'ın dönem içindeki yerini dinlerken (izlemek isterseniz tıklayın) siz de bir "Hayali" yani Karagöz, Hacivat oynatıcısı olabiliyorsunuz. Mesela ben tam anlamıyla yakalandım Hayali olmamak için gözlerimi kaçırırken ve sonrasında boncuk boncuk terleyerek ilkokul yıllarımdaki müsamerelerden yıllar sonra gelen bir sahne deneyimi yaşadım (sesimi ablamın kahkahalarından duyabilirseniz izlemek için tıklayın). 




Bu gösteriler dışında müzede nazardan koruduğuna inanılan kurşun dökme, üzerlik otu yakılarak tütsü yapma gibi ritüellerde uygulanıyor. (İzlemek isterseniz tıklayın)

Geleneksel Türk zeka oyunları olan Mangala ve Peçiç gibi oyunların hem tanıtımı hem de satışı yapılıyor.
Özellikle çocuklar için çok eğitici ve eğlendirici bir mekan olan Yaşayan Müze"yi gezmenizi öneririm.




Müzenin tarihi ve kuruluşu
Türkiye’nin ilk ve tek uygulamalı kültür müzesi Yaşayan Müze, halk yaşamı ve onun ürettiklerini sergileme düşüncesiyle 23 Nisan 2007’de eğitimci ve kültür bilimci Dr. Sema Demir tarafından kurulmuştur. Yaşayan Müze, geç dönem Osmanlı mimarîsinin seçkin örneklerinden biri olan tipik bir Türk evinde hizmet vermektedir. Bu konak, Beypazarı’nın ileri gelen ailelerinden Abbaszadelerin büyük oğlu Ali Bey tarafından yaptırılmıştır. İngiltere’ye tiftik ihraç eden tacir Ali Bey’in eşi Fatma Hanım da Beypazarı’nın Cumhuriyet dönemindeki ilk kadın öğretmenidir. Bu yönüyle aynı zamanda bir bellek müzesi olan Yaşayan Müzenin aslında küçük boyutlarla da olsa, açık hava müzelerinin Türkiye’deki ilk olduğu söylenebilir. Ülkemizde henüz bir örneği bulunmayan açık hava müzelerini diğer müzelerden ayıran özelliklerin başında bu tür müzelerde kullanılan sergileme yöntemleri gelir. Açık hava müzelerinde kullanılan sergileme tekniği, bağlamı kurgulamaya yöneliktir. Bu anlamda çeşitli canlandırma, yorumlama teknikleri ve etkileşimli sergileme yöntemlerini kullanan Yaşayan Müze, bu müzelerin Türkiye’deki temsilcisi durumundadır.
Her gün 08.30 - 20.30 arasında hizmet vermektedir.

Ayrıntılı bilgi için müzenin internet adresine tıklayın

Beypazarı Hamam Müzesi

Burası benim için enteresan oldu açıkçası. Neden enteresan oduğunu açıklayım. Hem dilimizde çok kullandığımız Külhanbeyi'nin ne olduğunu öğrendim, hem değişik objeleri görmüş oldum (4 metrelik "don" gibi) hem de rahmetli anneannemden ve onun annesinden bize kalan bazı osmanlı işi örtülerin benzerlerini de burada gördüm. Hatta ablamla rahmetli nenemi baya bir andık (anneannemin annesi). Küçükken bizlere hamam kültürünün ne kadar önemli olduğunu, hamamın sadece yıkanmaya gidilen bir yer olmadığını, orada yemekler yendiğini, gün geçirildiğini nasıl anlattığını anımsadık. Hatırlıyorum da ben çocukken her semtte bir hamam olurdu ve bazen anneannem götürürdü bizi. Daha keyifli, tatil modunda bir hamam sefası yapmak istersek de Bursa'ya hamamlara giderdik. Yıllar içinde çoğu hamam kapandı ama son yıllarda SPA merkezlerinde tekrar Türk hamamlarına rastlar olduk ve yeniden bir kültür canlanmaya başladı.




Türk Hamam Müzesi’nde, klasik Türk hamamlarındaki “sıcaklık, ılıklık, halvet, külhan, şırvan, hazne ve tıraşlık” gibi mekânlar bulunuyor.

Ayrıca “nalın, buhurdan, ibrik, sürmedan, kirdenlik, mücre ve hamam tası” gibi Türk el sanatlarından örnekler; “hamamcı minderi, kaynana arkalığı, hamam bohçası, yaygı, peştamal, pullu, bindallı, hamam beyazı, dindin, bürgü, içlik, üçetek, haşlama, salta” gibi Beypazarı’na özgü yerel kıyafetler ve hamam kültürüne ait dokumalarda ziyaretçiler için sergileniyor.



Bizde bunlardan hala var. Hatta bir iki tanesinin yakası bile açılmamış. Bunların yakaları giyileceği zaman isteğe göre açılırmış...


Dört metrelik "don" :) 

Müzenin bölümleri
16.yy'da inşa edilen Rüstem Paşa Hamamı 2012 yılında müze olarak hizmete açılmış. 

Soğukluk bölümü 
Halk arasında soyunmalık olarak da bilinen kısım. Burada bulunan sedirlere kıyafetlerini bırakan halk peştemallere sarınarak hamama hazırlanırmış. Bazı hamamlarda bu bölümün üst katı da olurmuş ve bu bölümlere şırvan denirmiş. Müzenin bu bölümünde ipek peştamallar, gümüş işlemeli nalınlar, gümüş hamam tasları, gülabtanlar, sürmedanlar, buhurdanlar, hamam bohçaları sergilenmekte. 

Ilıklık bölümü
Bu bölüm vücudun ani hava değişimine maruz kalmaması için yapılmış. Sıcağa fazla dayanamayanlar ve orta yaşın üzerindeki kişiler bu bölümü tercih edermiş. 
Ayrıca kına hamamlarında halvetten çıkan gelin kız burada gümüş işlemeli nalınlarını çıkartarak sedef kakmalı nalınları giyermiş. Müzenin bu bölümünde havlu takıları, sedef kakmalı nalınlar, gümüş işlemeli nalınlar ve el yapımı zeytinyağlı sabunlar sergilenmektedir.
Traşlık, halk arasında usturalık olarak da geçmektedir. Müşteriler bu bölümü kişisel temizlikleri için kullanmaktadır. Bunun yanı sıra hamamın bu bölümü seyyar berberler tarafından da kullanılmaktadır. Seyyar berberler saç ve sakal tıraşı yaptıkları gibi sülük çekme ve hacamatlık gibi tedavi yöntemlerini de kullanmaktadırlar. Tıraşlıkta usturalar, stiller, berber leğenleri, kupalar, kösreler, zırnıklar sergilenmektedir. 

Not: Zırnık kötü kokulu bir maddeymiş ve tabakhanede derilerin üstündeki kılları dökmek için kullanılırmış. Çok kötü bir kokusu olmasına rağmen "zırnık bile koklatmamak" deyimi karşıdaki insana verilen değeri gösteren bir ifade olarak dilimizde kullanılmaktadır.



Sıcaklık Bölümü
Hamamın külhana en yakın olan, en sıcak bölümüne denilmektedir. Burada iki oda bulunmaktadır. Bu odaların birinde damat hamamı, diğerinde kına/gelin hamamı temalı bir sergileme vardır.  Kına hamamında ipek peştamallara sarılıp, gümüş nalınlar giydirilen gelin odada üç kadın tarafından yıkanır. Kına hamamı için ayrılan halvette gümüş işlemeli fildişi taraklar, peştamallar, sabunluklar ve kavatalar sergilenmektedir.

Not: Neden kaba saba, korkulan insanlara külhanbeyi denir merak ettiniz mi? 
Külhanlar, yani hamamların ısıtılması için altlarında bulunan bölüm hamamın en karanlık, sıcak, insandan uzak bölümüymüş. Hamama açılan pencerelerinin ise adı cehennemlikmiş. O zamanlar burada çalıştırılan çocuklar çoğunlukla kimsesiz çocuklarmış. Bu çocuklar insandan uzak, karanlık ve izbe yerlerde yaşadıkları ve çalıştıkları için insan içine çıktıklarında toplum huzurunu bozan hareketler yaparlarmış. Külhanbeyi sözü de buradan gelmiş.

Detaylı bilgi için müzenin internet sayfasına tıklayın
Daha önceki Beypazarı yazısı için tıklayın