27 Aralık 2008 Cumartesi

Geçmişe yolculuk: İstanbul Hilton


Hilton oteller zincirinin İstanbul'da da bir otel açması için ilk anlaşma 15 aralık 1950 tarihinde imzalandı. Mimari projesi ABD'li Skidmore Dwings ve Merill ile Prof. Sedat Hakkı Eldem tarafından hazırlandı. Temel 1952 yılında atıldı. İnşaat 21 ay gibi kısa bir süre içinde tamamlandı. 10 haziran 1955 tarihinde açılışı yapılan otel hakkında, o günün gazetelerinde şu bilgiler yer alıyordu: Hepsi balkonlu 300 odası bulunan otelde 100'ü kadın 460 kişi çalışacaktır. Oda ücretleri 25-110 lira arasında değişmektedir. Açılış töreni için ABD'den bir uçak dolusu konuk İstanbul'a geldi. Bunlar arasında otelin sahibi Conrad Hilton da bulunmaktaydı.

Geçmişe yolculuk: Orient Express



1872 yılında Belçikalı Georges Nagelmackers'in kurduğu yataklı Vagonlar şirketi, dört yıl sonra uluslararası bir kişilik kazanır; "Uluslararası Yataklı Vagonlar ve Turizm Şirketi". Giderek tüm Avrupa'ya yayılan şirket, 5 Haziran 1883 yılında Paris-İstanbul arasında da ilk Orient Express seferini gerçekleştirir. Paris'ten İstanbul'a yolculuk 87 saat sürer. Seyahat etmek çile değil bir zevktir artık. Bu ilk seferin başarısını Eylül ayında düzenli seferlerin başlaması izler. Şirket, İstanbul'da Pera Palace (Palas) ve Summer Palace otellerini de açarak Avrupalı turistlerin de konforunu sağlar...


Ünlü dedektiflik kitapları yazarı Agatha Christie'de Orient Express'i konu olarak kullanmıştır.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yerebatan Sarnıcı



Yerebatan Sarnıcı bence İstanbul'da mutlaka görülmesi gereken tarihi yerlerden biri. Sarnıca ilk girdiğiniz andan itibaren muhteşemliği karşısında nutkunuz tutuluyor. Bunda yapılan ışıklandırmanın da etkisi çok büyük. Giriş Türk ziyaretçilere 3 YTL, yabancı ziyaretçilere ise 10 YTL. ve müze kart geçmiyor. Yerebatan Sarnıcı sularında yüzen irili ufaklı balıklarla gerçekten de çok ilginç bir mekan.

Tarihine ve özelliklerine gelince;

Bizans İmparatoru I. Justinianus (bkz: I. Justinianus) tarafından (527-565) bu büyük yeraltı sarnıcı suyun içinden yükselen mermer sütunlar nedeniyle halk arasında "Yerebatan Sarayı" olarak da adlandırılmıştır. Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir bazilika bulunduğundan "Bazilika Sarnıcı" olarak da bilinir (bkz:Bazilika). Sarnıç uzunluğu 140 m. genişliği 70 m. olan dev bir yapıdır. 52 basamaklı taş merdivenlerle inilen sarnıçta her biri 9 m. yüksekliğinde 336 sütun bulunur. Bu sütunlar her biri 28 sütun içeren 12 sıra meydana getirirler. Sarnıcın tavan ağırlığı kemerler vasıtasıyla sütunlara aktarılmıştır. Bu sütunların başlıkları yer yer farklı özellikler taşır. Bunlardan 98 adeti Korint tarzında (bkz: Korint tarzı) yansıtılırken bir bölümü de Dor tarzını (bkz: Dor tarzı) yansıtmaktadır. Sarnıcın tuğladan örülmüş 4.80 m. kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini Horasan harcından (bkz: Horasan harcı) kalın bir tabakayla sıvanarak su geçmez hale getirilmiştir. Toplam 9800 m2 alanı kaplayan bu sarnıç yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir. Sarnıçta bulunan sütunların çoğunluğu silindir biçimindedir. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı (bkz: Medusa başı) Roma dönemi heykel sanatının muhteşem örneklerindendir. Bu başların nereden getirilip kullanıldığı bilinmemektedir. Osmanlı döneminde iki defa restore edilen sarnıcın ilk onarımı 18.yy'da III. Ahmet zamanında Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından yapılmıştır. 19.yy'da ikinci büyük onarım Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Sarnıcın ortasına doğru kuzeydoğu duvarı önünde yer alan 8 sütun 1955-1960 yılları arasında yapılan bir inşaat sırasında zarar gördüklerinden kalın bir beton tabakayla kaplanmış ve tarihi dokularını kaybetmiştir. Sarnıç İstanbul'un fethinden sonra bir süre daha kullanılmıştır. Sarnıç 1544-1550 yıllarında Bizans kalıntılarını araştırmak üzere İstanbul'a gelen Hollandalı gezgin P.Gyllius tarafından keşfedilmiştir. Sarnıç Cumhuriyet döneminde de pek çok kez onarılmıştır. En son 1985-1987 yılları arasında yapılan restorasyonda 50.000 ton çamur çıkarılarak, yürüme platformlarının yapılmasıyla hizmete açılmıştır.






I. Justinianus: 527-565 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu'nun hükümdarı olmuştur. Roma hukukunda yaptığı reformlarla anılır. Ortodoks Hıristiyanlarca "Aziz" olarak kabul edilmiştir. Karısı Teodora ile beraber ülkesine düzen ve birlik getirmiştir. İmparatorluğun her yanını kiliseler, kaleler ve hastanelerle donatmıştır. Bunlar arasında en ihtişamlısı Ayasofya (Hagia Sophia) kilisesidir.

Korint tarzı: En dikkati çeken özellikleri sütun tabanının süslü olması ve sütun başlığının ters dönmüş bir çan şeklini almasıdır. Bu başlık Kenger bitkisinin (yaban enginarı yaprağı biçiminde bir bezeme motifi) yapraklarıyla bezeli olurdu.
Bazilika: Erken hıristiyan ve ortaçağ mimarilerinde yan geçitleri bulunan galerili veya galerisiz kilise.
Dor tarzı: En ayrıntısız Yunan mimari düzenidir.
Horasan harcı: Eski dönem yapı ustalarının dayanıklılığı arttırmak amacıyla kullandıkları malzemenin içine yumurta akı, kan, peynir, reçine, pişmiş toprak gibi katkı maddeleri ile hazırladıkları harç çeşidi. Bazı uygulamalarda saman, bitkisel lifler ve insan saçları da kullanılmıştır.
Medusa başı: Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi mitolojik karakter.

Yerebatan Sarnıcı fotoğrafları




28 Kasım 2008 Cuma

Büyükada





Büyükada'yı her zaman çok sevmişimdir. Sessizliğini, buram buram tarih kokan evlerini, sokaklarını, egzos kokusundan uzak temiz havasını.... Ama ne yazık ki ada'ya gitmek için en soğuk günü seçmişim (fotoğraflardan da anlayacağınız gibi karanlık, puslu bir havaydı). Büyükada ve diğer adalar "Prens Adaları" olarak da biliniyor. Büyükada İstanbul açıklarındak adaların en büyüğü. Evlerin çoğu yazlık olarak kullanıldığı için yazları ada nüfusu oldukça artıyor. Adaların "Prens Adaları" olarak adlandırılmasının sebebi ise bu adaların özellikle Bizans döneminde saray mensuplarının sürgün yeri olarak kullanılması. Özellikle 1950'li yıllara kadar ada nüfusu Rum ve Ermeni çoğunluktayken günümüzde daha çok Müslüman çoğunluk vardır. Ada'nın en eski yapıları Aya Yorgi Kilisesi (Bu kilisede her yıl 23 nisan ve 24 eylül tarihlerinde düzenlenen ayinlerde edilen duaların ve tutulan dileklerin gerçekleştiğine inanılır), İsa tepesi'nde bulunan Rum Yetimhanesi ve 2. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Camii'dir. Lev Troçki'nin Stalin tarafından sürgün edildikten sonra 1929 - 1933 yılları arasında yaşadığı Nizam mahallesindeki ev ve Reşat Nuri Güntekin'in Maden mahallesindeki evi ziyaret edilecek yerler arasındadır. Adada ulaşım bisiklet yada faytonla sağlanır. Bu araçlardan birini kiralayarak gezi yapabilirsiniz. Ada'da bulunan plajlarda ise yazları denize girebilirsiniz.

Tarihi Yapılar:
- İskele binası'nın mimarı kesin olarak bilinmemekle beraber Vedat Tek olduğu tahmin edilmektedir. Yapım tarihi 1914'tür. Çinileri Kütahyalı Mehmet Emin Efendi tarafından yapılmıştır. (Vedat Tek 1873 - 1942 yılları arasında yaşamıştır. Mimarlık eğitimini Paris Ecole des Beaux Arts'da almıştır. İstanbul'a birçok mimari eser kazandırmıştır).
- Köşkler, çoğunluğu 19.yy sonu ile 20.yy başında yapılmıştır. Ahşap olan bu yapıların çoğu Art Nouveau tarzındadır.
- Rum Yetimhanesi, İsa tepesi'nde kuruludur. 1898 yılında bir Fransız şirketi tarafından otel olarak inşa edilmiştir. Bina 26.000 m2'lik bir alana sahiptir. İzin almadan doğan sıkıntılardan dolayı otel olarak hizmete girmemiş ve zengin bir rum aile tarafından satın alınarak patrikhane'ye bağışlanmıştır. Patrikhane tarafından yetimhane olarak kullanılmıştır. 1970'li yılların başından beri boş tutulmaktadır.
- Hamidiye Camii, 2. Abdülhamit'in emri ile 1895 yılında inşa edilmiştir. 
- Aya Yorgi Manastırı, kayıtlara göre inşa tarihi 1751'dir. Eski kilise olarak bilinir. Yeni kilise olarak bilinen Aya Yorgi Kilisesi ise 1905 yılında inşa edilmiştir.
- Aya Nikola manastırı 1894 yılında inşa edilmiştir.
- Hristos Manastırı İsa tepesi'ndedir. 1597 yılında Patrik Meletios Pigas tarafından kurulmuştur.
- Aya Dimitri Cemaat Kilisesi, adadaki ortodoksların katkılarıyla 1856 - 1857 tarihleri arasında inşa edilmiştir.
- Heset Le Abraham Sinagogu, kumsal semtinde olup 1921 yılında yapılmıştır.

Ulaşım:
Ada'ya ulaşım vapur, deniz otobüsü, deniz taksi ve motor'la sağlanabilir. Anadolu yakasında Bostancı'dan Avrupa Yakası'nda ise Sirkeci'den vapur seferleri vardır. Kabataş ve Bostancı'dan da deniz otobüsü seferleri yapılmaktadır.

Büyükada fotoğrafları 2





Büyükada fotoğrafları



14 Kasım 2008 Cuma

Darıca Hayvanat Bahçesi





Darıca Hayvanat Bahçesi (Boğaziçi Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı) 1991 yılında işadamı Faruk Yalçın'ın (Türkiye'nin en büyük Nato müteahhitlerinden biri) kişisel girişimiyle açılmış özel bir hayvanat bahçesi. İlk olarak 10 dönüm arazi üzerine Darıca Kuş Cenneti olarak kurulan park şimdi 200 dönümlük bir araziye ve memeliler, kanatlılar, sürüngenler ve akvaryum hayvanları olmak üzere 2 binin üzerinde hayvana sahip. Parkta çeşitli hayvanların yanı sıra 400 türün üstünde de nadide bitki bulunuyor. Parkın içinde ayrıca çocuk parkı, cafe ve hediyelik eşya dükkanı da mevcut. Parkın girişi biraz muadillerine göre pahalı olsa da parkın güzelliğini ve çeşit çeşit hayvanları gördükten sonra verdiğiniz paranın boşa gitmediğini anlıyorsunuz. Özel bir park olduğu için de ödenen paranın hayvanların bakımına gittiğini düşünmek insanı mutlu ediyor. Darıca Hayvanat Bahçesi hafta sonları çocuklarınızı götürebileceğiniz, onlara hayvan sevgisini aşılayabileceğiniz en güzel yerlerden biri. Buraya TEM otoyolu üzerinden Eskihisar sapağına saptıktan sonra ulaşabilirsiniz. Hergün 09.00 - 17.00 saatleri arasında ziyarete açık.

11 Kasım 2008 Salı

St. Antuan Katolik Kilisesi





St. Antuan Katolik Kilisesi İstanbul'un en büyük ve cemaati en geniş Katolik Kilisesi'dir. Bu Kilise her zaman sevdiğim yerlerden biri olmuştur. Caddedeki onca gürültü ve karmaşaya rağmen buranın huzurlu ve sessiz atmosferi beni her zaman etkilemiştir. Ne zaman İstiklal caddesine yolum düşse içeri girip, mum yakar, dileğimi diler ve biraz oturur dua ederim. Tarihine gelince; Kilise ilk olarak 1725 yılında Osmanlı'da Saray ve devlet hizmetinde bulunan, ticaretle uğraşan katolik ülke vatandaşları ve aileleri için inşa edilmiştir. Şimdiki kilisenin inşasına ise 1906 yılında başlanmış ve 1912 yılında hizmete girmiştir. İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından yeni gotik tarzda betonarme olarak yapılmıştır. İç yüksekliği 23 metredir. Kilisenin avlusuna İstiklal Caddesi üzerinde bulunan birbirine geçitle bağlı iki apartman arasından girilir. Bunlar Caddenin ilk betonarme yapıları olan St. Antoine Apartmanlarıdır ve kiliseye gelir getirmesi için inşa edilmişlerdir. Kilise İtalyan rahipler tarafından yönetilir. Her Salı günü ilahilerle ve org eşliğinde Türkçe ayin düzenlenmektedir. (Her ne kadar bu yasağa kimse uymasa da Kilise içinde ve dışında fotoğraf çekmek yasak olduğundan ben kullandığım fotoğrafları internette bulunan çeşitli sitelerden aldım).


Aziz Antuan (St. Antuan)  zengin bir ailenin çocuğu olarak Fernando ismiyle 1195 yılında Lizbon'da doğdu. Ailesi avukat olmasını istiyordu fakat bir efsaneye göre Lizbon Katedrali'nde şeytanın varlığını hissederek yere haç çizip şeytanı kovdu. Bunun üzerine ailesinden ayrılarak 15 yaşında manastıra girdi. Burada yaptığı çalışmalarla o dönemin önde gelen bilim adamlarından biri oldu. 25 yaşında papaz ünvanını aldı. 1222 yılında Fas'a misyoner olarak gitmeye karar verdi ve adını Antuan olarak değiştirdi.  Bindiği gemi sorunlar yaşayıp Sicilya'ya yanaşınca Fransisken Tarikatı'nın kurucusu Aziz Fransua ile karşılaşıp ondan çok etkilendi. Antuan yaşadığı dönemde birçok mucize göstermiş, ilahiyat okulları kurmuştur. 1231 yılında 36 yaşında Padova'da ölmüştür. Ölümünden sonra da mezarında mucizeler görülmeye devam edince Papa 9. Gregorius tarafından 1232 yılında aziz ilan edilmiştir.


Giulio Mongeri İstanbul doğumlu Levanten bir mimardır. 1930'lu yılların ortalarına kadar dönemin önemli yapılarını tasarlamıştır. Yaptığı binalar arasında Karaköy Palas, Maçka Palas, Bursa Çelik Palas Oteli, Ankara Ulus Ziraat Bankası, Ankara Ulus İş Bankası sayılabilir. 1908-1910 yılları arasında Sanayi-i Nefise Mektebinin müdürlüğünü yapmıştır (Şimdiki Güzel Sanatlar Akademisi). Dönemin ünlü mimarlarının yetişmesine büyük katkılarda bulunmuş, 1953 yılında Venedik'te ölmüştür.

6 Kasım 2008 Perşembe

Hidiv Kasrı






Özellikle güneşli havalarda İstanbul'da gidilecek en keyifli yerlerden biri de Anadolu yakası'nda Çubuklu'da bulunan Hidiv Kasrı. Yemyeşil ve kocaman bahçesi'ndeki kafelerden birinde oturup güzel bir kahve yudumlamak insanı havada güzelse çok rahatlatıyor. Hidiv Kasrı şu anda Beltur'a bağlı bir restoran olarak işletiliyor ve hafta sonları açık büfe yemek ve brunch servisi de yapılıyor. Tarihine gelince; Hidiv Kasrı bir zamanlar Mısır Hidivi olan Abbas Hilmi Paşa'nın köşküdür. (Hidiv Osmanlı'nın Mısır valilerine verdiği bir ünvan) Paşa 1903 yılında bu araziyi,  içindeki iki ahşap köşk ve 270 dönümlük bahçesini satın alır. 1907 yılında italyan mimar Delfo Seminati'ye (Delco Seminati olarak da geçiyor). Art Nouveau tarzındaki bu 1000 m2'lik köşkü yaptırır. Zamanında İstanbul'un en büyük gül bahçesine sahip olan bu köşkün en önemli özelliklerinden biri de buharla çalışan ilk asansörlerden birine sahip olmasıdır. (Bu konuda bir bilgiye ulaşamadım ama kendi adıma içindeki süslemelerde kullanılan hayvan figürlerinden buranın bir av köşkü olarak kullanıldığını düşünüyorum). Ana girişte ilk göze çarpanlar ise muhteşem bir çeşme ve çatıya kadar uzanan vitrayla kaplı olan tavandır.  Uzun süre bakımsız kalan kasır 1980'li yıllarda restore edilmiş ve bir süre otel olarak da hizmet vermiştir.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Yaşayan bir tarih: Markiz Pastanesi




Bundan böyle yeni bir gezi yapana kadar İstanbulu anlatacağım elimden geldiğince bu sayfalarda. İlk bahsedeceğim yer benim çok sevdiğim, tarihe tanıklık etmiş bir yer olan Markiz Pastanesi. 23 yıl kapalı kaldıktan sonra 2003 yılında tekrar hizmete giren Markiz İstiklal Caddesi üzerinde Beyoğlu'na kravatsız, eldivensiz çıkılmadığı dönemlerin en önemli simgelerinden biri. Markiz öyle bir yermiş ki şapkasız girilmediği için pastanenin hemen yanında şapka kiralayan bir dükkan bulunurmuş. Tarihinden bahsedecek olursak; Markiz'in girişinde olduğu pasaj olan "Passage Orientale" 1840 olan açılış tarihiyle Pera'nın en eski pasajı. (Pasajın şimdiki adı Passage Markiz). Markiz Pastanesi ise önceleri LeBon (o yıllardaki sahibi Naum Tiyatrosu komilerinden Bay LeBon) adıyla faaliyet gösterirken Avedis Çakır 1940 yılında pastaneyi satın alır ve burada yapacağı çikolata ve şekerlemeleri o dönemde Paris'te üretilen ünlü "Marquise de Sevigne" çikolataları kalitesinde yapmak istediğinden pastanenin adını "Markiz" olarak değiştirir. Duvarlara Fransa'dan getirdiği Art-Noveau tarzı panoları yerleştirir ve pastaneyi vitraylarla süsler. Bu panolar dört mevsim temasını işlemektedir ama kışı simgeleyen pano İstanbul'a getirilirken kırıldığı için duvardaki yerini alamamıştır. Yaz panosu ise daha sonra sökülerek yerine büyük bir ayna asılmıştır. 1970'li yılların başında pastanenin bulunduğu bina satışa çıkarılır ve açılan davalardan sonra maalesef sonuç Markiz'in aleyhine sonuçlanır ve kapanır. Avedis Çakır'da Markiz'i kaybetmenin acısıyla bir süre sonra vefat eder. 1977 yılında Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından korumaya alınır. 1993 yılında Aksoy Şirketler Grubu burayı satın alır ve 2003 yılında tekrar hizmete sokar.
Markiz'in geçmiş yıllardaki müdavimleri ise tarihi önemini anlamakta yardımcı olacaktır: Namık Kemal, Şinasi, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Abidin Dino, Sait Faik, Orhan Veli, Mina Urgan, Atilla İlhan, Haldun Taner ve daha nice isimler. Sonuç olarak Markiz Pastanesi İstanbul'da yaşayan ve bu tip mekanları seven herkesin gitmesi gereken yerlerden biri. En azından bir kahve içmek için. (Bu arada cheesecake'i ve tiramisu'su da bir harika bence deneyin) Dış cephe fotoğrafı www.turkeytravelplanner.com sitesinden alınmıştır