24 Eylül 2008 Çarşamba

Safranbolu - 1





Kastamonu Yaylaları





Söyleyecek bir söz yok. Fotoğraflar bu güzelliği yansıtıyor...

Daday At Çiftliği




Geçen ramazan bayramında Kastamonu'daki Daday At Çiftliğindeydik. At çiftliği hem konaklama hizmeti veriyor hem de burada atlara binme ve civardaki yaylalara atla gitme imkanı buluyorsunuz. Çiftliğin sahibi Levent Bey burada çok güzel bir tesis yaratmış. Güzel derken aklınıza süper lüks bir yer gelmesin. Burasının güzelliği Levent Bey'in ve ailesinin konukseverliğinden ve ortamın sıcaklığından kaynaklanıyor.  Odalar son derece sade ve küçük. Ama oldukça temiz. Her odanın kendi banyosu daha doğrusu tuvalet ve lavabosu var. Sabahları çok leziz bir köy kahvaltısı, öğlenleri çoğu zaman yöresel yemekler,  akşamları da açık havada mangalda et ve köfte veriliyor. Geceleri büyük ateşler yakılıyor ve çayınızı ateşin başında keyifli bir sohbetle içiyorsunuz. Ortam o kadar sıcak, hizmet o kadar candan ki gelen konukların çoğunun ikinci veya üçüncü gelişi. Yalnız akşamları çok soğuk oluyor bu yüzden kalın birşeyler giymekte fayda var. Doğa'nın içinde huzurlu, sessiz ve sakin bir tatil geçirmek isteyenler için Daday At çiftliği bulunmaz bir fırsat.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Yaşayan bir tarih: Alaeddin Konserveleri




Gelibolu'da beni çok mutlu eden, çocukluğuma götüren bir isim çıktı karşıma: Alaeddin Konserveleri. Ben küçükken nur içinde yatsın canım dedeciğim bu firmanın "kızlı sardalya"larından alırdı. Büyük bir hevesle konserveyi açmasını bekler, biran önce yemek için sabırsızlanırdım. Çocukluk işte...
Alaeddin konservelerine gelince; firma Türkiye'nin ilk balık konservesi üreticisi. 1928 yılında kurulmuş. Sardalye konservesinin yanısıra ton balığı, uskumru, domates salçası gibi başka ürünleri de var. Günümüzde bu tip üretim yapan fabrikaların artması firmanın üretimini kısıtlasa da Alaeddin konserve hala dimdik ayakta...

Gelibolu




İki hafta önce Geliboludaydık. İnsanın o topraklara adım attığında içini garip bir duygu kaplıyor. Ormanlık alanın büyük bir kısmı yanmış olsa da bir tarafta masmavi bir deniz bir yanda yemyeşil sakin, huzur veren bir orman. Ama yıllar önce bu topraklarda ne kadar çok kan döküldüğü, vatanını korumak uğruna gencecik insanların canını verdiği akla gelincede hüzünleniyor insan. 1. Dünya savaşı sırasında Çanakkale savaşının en yoğun ve en kanlı kısmı yaşanmış burada. 300 bini aşkın insan yaşamını yitirmiş. Bunlardan 60 bin kadarı Türk askeri 250 bini aşkını da Avustralya, Yeni Zelanda, Fransız ve İngiliz askeriymiş. Beni etkileyen diğer bir şeyde savaşın üstünden yıllar geçmesine rağmen hala denizden ve topraktan savaşla ilgili bazı kalıntıların çıkması. Düşünüyorum da büyük önder Atatürk'ün tek bir sözüne canlarını vatanları uğruna feda eden o gencecik insanların kemikleri ülkemizin şimdi içinde bulunduğu durumda sızlıyor mudur?...

21 Eylül 2008 Pazar

Gelibolunun kedileri



Geliboluda hiçbir yerde görmediğim kadar yavru kedi vardı. Sarı olan kedi ise fotoğraftan da belli olduğu gibi en hareketli ve sinirli olandı.

11 Eylül 2008 Perşembe

Selçuk'ta Şişçi Yaşarda mutlaka bir mola verin

Efes ve Meryemana gezilerinden sonra çok acıktık. Foça'ya kadar dayanamayacağımız için nerede yemek yiyebileceğimizi sorduk. Herkesden aldığımız cevap aynıydı: "Şişçi İzzet (Yaşar)". (Şişçi İzzet ismi sizi yanıltmasın burası dedeleri Yaşar bey'inmiş. O yüzden iki isimle biliniyor). Her neyse sora sora bulduk mekanı. 1-2 masadan ibaret küçücük bir yer. İlk başta çok salaş izlenimi versede yediğimiz çöp şişlerin enfesliği bize bu hissimizi tamamen unutturdu. Daha sonra ablamlarla beraber didim'den gittiğimizde köftesini de yedim ve gerçekten çok beğendim. Salatası, çöp şişi, köftesi ve en önemlisi güleryüzlü hizmetiyle mola verilmesi gereken yerlerin başında Şişçi Yaşar.

Meryemana Evi'nin sincapları



Meryem Ana Evi / Selçuk




Buralara kadar gelip Meryem ana'da dilek tutup, şifalı suyundan içmemek olmazdı. Tanıdığım çok kişiden dileklerinin gerçekleştiğini duymuştum (Buna ablam da dahil ama benim dileklerim olmadı maalesef). Meryem ana girişi paralı ve çok açık kıyafetlerle içeride dolaşılmaması üzerine uyarılar var (çok kısa şortlar, mayo, bikini vs.) nede olsa kutsal bir mekan. Bu ev Meryem ana'nın son yıllarını St. John ile geçirdiğine inanılan bir yer ve hıristiyanlar için hac yeri. Ayrıca müslümanlar içinde kutsal sayılıp, dua edilen dilek tutulan bir yer. Buradaki küçük kilisede rahipler görev yapıyor ve adak mumlarının satışıyla bağış topluyorlar. Girişte alınan paraların kiliseyle bir ilgisi yok direkt selçuk belediyesine gidiyor. İnsanlar tuttukları dilekleri küçük kağıtlara yazıp duvardaki panolara asıyorlar. Bende yazıp astım. Artık ne kadar çok şey yazıp eşimin gözünü korkuttuysam onun yazdığı kağıtta sadece "hayırlısı" yazıyordu. Çeşmeden akan suyun da şifa getirdiğine inanılıyor.

Foçantique Hotel'de zamana yolculuk


Foça için tatil programı yaparken Foçantique Hotelde kalmaya karar verdik. Eski bir rum evi butik otele dönüştürülmüştü. Ferforje bezeli apartmanı gördüğümde eyvah dedim. Hani burası eski bir taş evdi? Meğerse bu apartman şirin bir bahçesi olan güzel bir taş evi saklıyormuş.Her odanın bir adı var ve antika eşyalarla bezeli. Bize "Kale" isimli odayı arkadaşlarımıza da "Aynalı" odayı verdiler. Odamıza girince kendimi bir anda eski zamanlarda yaşıyormuş gibi hissettim. Otelin sahipleri genç bir çift turist rehberliği yaparken istanbulun keşmekeşinden kaçıp foça'da ailelerinden kalan bu yeri restore edip otele dönüştürmüşler. Bence çok da iyi etmişler ve Foça'ya bu güzel yeri kazandırmışlar. Muhteşem kahvaltısı ve ortamıyla gerçekten güzel bir yer. Foça'ya gidenlere mutlaka tavsiye ederim.

2016 güncellemesi: Otel el değiştirmiş ama hizmet aynı şekilde devam ediyor...

Foça'nın karataşına bastım...



Foça'ya hiç gitmemiştim. Hakkında pek birşey bilmediğim içinde tatil programımıza 3. Etap olarak eklenince nedense gidip gitmemekte kararsız kaldım. Ama Foça'yı görünce bu güzel hatta muhteşem yere ne kadar haksızlık ettiğimi anladım. Tam anlamıyla aşık oldum. Her yerden tarih fışkırıyordu. 200-300 yıllık taş evler kendi zamanlarının inceliğini ve güzelliğini taşımış bu şirin kasabaya. Akşamları cıvıl cıvıl sahili, muhteşem deniziyle ve o narin taş evleriyle mutlaka görülmesi gereken bir yer. Eğer giderseniz çarşısında bulunan Phokaia adlı dükkandan mutlaka zeytinyağı ve sabunlardan alın. Foça'nın birde efsanesi var. Derler ki "Foçada tam olarak nerede olduğu bilinmeyen bir karataş varmış. Bu taşa bir kere basan buraya aşık olur ve nerede yaşarsa yaşasın Foça'ya geri döner, hayatının geri kalan kısmını burada geçirirmiş". 
Sanırım bende Foça'nın karataşına bastım...

10 Eylül 2008 Çarşamba

Bayır Köyü'nde asırlık bir çınar...



Selimiye ve çevresinde gezilerimize devam ederken asırlık çınarı görüp, dilek tutalım istedik. Bayır köyü "safari" turlarının gözde duraklarından şipşirin bir köy. Bu köyün antik Syrna kentinin üzerinde kurulduğu ve caminin (vede çınarın) bulunduğu alanda sağlık tanrısı Asklepios'a adanmış bir tapınağın bulunduğu iddia ediliyor. Köylülerin yaptığı ballar da çok meşhur. Ama burada asıl ilgiyi çeken köy meydanındaki kahvede bulunan asırlık çınar ağacı. İnanışa göre çınarın etrafında 3 kez döndüğünüzde uzun ve sağlıklı bir hayata kavuşuyorsunuz. Bizde hep beraber döndük ve dileklerimizi tuttuk. Meydanda bulunan lokantada gözlemelerimizi yiyip çayımızı içtikten sonra tekrar düştük yollara...

Selimiye - Beyaz Güvercin Otel


4 günlük tekne gezimizden sonra ilk durağımız Selimiye oldu. Beyaz Güvercin isimli çok sevimli bir otelde kaldık. Yemyeşil bahçesi ve pırıl pırıl deniziyle gerçekten çok huzur verici, insanda hep orada yaşama isteği uyandıran bir yerdi. Odalar küçük ama temiz, sade ve keyifli döşenmişti (cibinlik çok şirindi). Akşam yemekleri ve sabah kahvaltısı da gerçekten çok lezizdi. Gezme ve yeni yerler görme isteğimiz baskın geldiği için otelimizde pek vakit geçirmesek de Beyaz Güvercin'i seneye yapacağımız tatilde listemize ekledik.

2012 yılı güncellemesi: Duyduğumuza göre Beyaz Güvercin Otel el değiştirmiş ve eski keyifli halinden eser kalmamış. Görmeden kişisel yorumumu yapamam ama bunları duymak gerçekten de çok üzücü...

Turgut Şelalesi




Selimiye'ye gittiğimizde çevreyi de dolaşalım istedik. İlk gittiğimiz yerlerden biri Turgut şelalesiydi. Bayır köyünden 5-6 km. sonra tabelası görünüyor. Şelale o bildiğimiz gürül gürül akan şelalerden değil. Ama yeşillikler içinde çok huzur verici bir yer. Şelaleye açık arazi araçlarıyla günlük turlar düzenleniyor. Akan su buz gibi. Çok sıcakta bile suya girerseniz uzun bir süre kendinize gelemiyorsunuz. Şelalenin çevresinde sevimli kır lokantaları var. Köylü kadınlar gözleme yapıyorlar. Bol köpüklü ayranda gerçekten çok lezzetli. (Gitmek isteyenlere bir öneri: Terlikle kayalıklarda yürümek zor oluyor o yüzden yanınızda kapalı bir ayakkabı daha doğrusu sandalet bulundurmanızda fayda var)

3 Eylül 2008 Çarşamba

Kız kumu


Buralara kadar gelmişken kız kumuna gidip yürümemek olmaz dedik. Kız kumu Marmaris-Datça yolu üzerinde Orhaniye'de. Marmarise 1,5 saat kadar uzaklıkta. Denizde yürünen kısımda su bileklere kadar geliyor. Bu kumlu bölgenin uzunluğu da yaklaşık 500-600 mt. İnanışa göre kumun sonuna kadar yürüyüp dilek tutarsanız dileğiniz gerçekleşirmiş. Bu kum yolunun sonunda efsanede adı geçen kızın bir heykeli de var.
Efsaneye göre kralın kızı bir balıkçıya aşık olmuş ama kral evlenmelerine izin vermemiş. Aşıklarda gizli gizli buluşmaya başlamışlar. Kız her gece işaret verip kıyıda balıkçıyı bekliyormuş. Kral bir gece askerlerine kızını yakalamalarını ve balıkçıya işaret vermelerini emrediyor. Gece balıkçı işareti alınca askerlere doğru kürek çekmeye başlıyor. Ama kız askerlerin elinden kurtulup kendini suya atıyor. Sonra bir mucize gerçekleşiyor ve bastığı yerlere denizde kum doluyor. Tam birbirlerine kavuştukları sırada bir okçu kızı okuyla yaralıyor ve akan kanlardan deniz kırmızıya boyanıyor. Balıkçı ise kızı alıp gidiyor ve sonra onlardan kimse bir haber alamıyor...
(Yazıda yayınlanan fotoğraflar internetten alınmıştır)