30 Ağustos 2016 Salı

Mehmet Akif Ersoy Müze Evi



Mehmet Akif Ersoy, İstanbul'un işgalinden sonra aldığı davet üzerine milli mücadeleye katılmak üzere Ankara'ya geldiğinde konakladığı evdir. Hamamönü - Altındağ ilçesinde olan ev şu anda Hacettepe Üniversitesi merkez kampüsü sınırları içindedir.
Yapı 1949'da şehir meclisi kararı ile müze-eve dönüştürüldü ancak uzun yıllar harap durumda kaldı. Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampusu'nun kuruluşu sırasında, Rektör Prof. Dr. İhsan Doğramacı yapının eski durumuna sadık şekilde onarımını sağlamış ve yapı ziyarete açılmıştır. 1982 yılında yılında tekrar onarıma giren yapı 1984 yılında ziyarete açılmıştır. 

Müze-ev'de Mehmet Akif Ersoy’a ait cep saati, gözlük, tesbihi, tüfek ve büyük şairin yüzünün kalıbı müzede teşhir edilen eserlerdendir.
Evin karşısında 2003 yılında yapılmış olan Mehmet Akif’in büstü ile İstiklâl Marşı’nın ilk iki kıtasının yazılı olduğu bir kitabe yer almaktadır.



Evin tarihi:
 Evin de içinde olduğu alan içinde bulunan Taceddin Dergahı, ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hacı Bayram-ı Veli’nin kurduğu Bayramiye tarikatkının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılmıştır. Adını, bahçesinde kabri bulunan Tacaeddin Sultan'dan alır. 1826'da tamir edilmiş ve Sultan Abdülmecit tarafından ilaveler yapılarak türbe, dergah evi, çeşme, hazire ve camiden oluşan bir külliye haline gelmiştir. Dergahın bulunduğu sokak sonradan Mehmet Akif Sokağı adını almıştır.

Mehmet Akif Ersoy'un yaşadığı dönem:
Kendisine büyük hayranlık duyan Taceddin-i Veli Camisi imamı Tevfik Hoca (Tevfik Çiftdoğan) kendisini karşılamış; şehirde kiralık ev bulmanın çok zor olduğu o dönemde külliyede yer alan bu yapıyı kendisine tahsis etmişti.
Şair, 1. TBMM Burdur milletvekili olduğu yıllarda günlerini bu evde geçirdi; dostlarıyla milli mücadele meselelerini tartıştı. Mehmet Akif, bir ulusal marş yazılması için açılan yarışmaya para ödüllü olduğu için başlangıçta katılmamıştı. Yarışmaya katılan şiirlerin hiç birisi uygun nitelikte bulunmayınca; dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, Akif'in arkadaşı dönemin Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey'den marş yazma konusunda Akif'i ikna etmesini rica etti. Mehmet Akif, Hasan Basri Bey'in ısrarı üzerine İstiklâl Marşı'nı bu evde yazmaya başladı. Gece gelen ilhamı kaçırmamak için bazı dörtlükleri mum ışığında dergahın duvarlarına kazıdığı anlatılır. Şair, meşhur Bülbül şiirini de bu evde yazmıştır.

Müze Cumartesi-Pazar ve resmi tatiller dışında hergün saat: 10.00-12.00, 14.00-16.00 arasında ziyarete açıktır.

28 Ağustos 2016 Pazar

Kuşadası Le Bleu Resort Hotel



Bu yaz tatilimizde Foçadan sonra ikinci durağımız Kuşadası oldu. Yıllardır Kuşadasına gitmediğim ve dinlenmek adına pek de otelden çıkmak istemediğimiz için tercihimizi her şey dahil konseptte hizmet veren bir otelden yana kullanmak istedik. Rezervasyonumuzu internet üzerinden yaptığımız için orada gördüğümüz fotoğraflarda güzel bir deniz görünce seçimimizi Le Bleu Hotel'den yana yaptık.
Le Bleu Resort Hotel Dorak Holding bünyesinde bulunan 263 odaya sahip bir tesis. Dorak Holding Kapadokya bölgesinde, İstanbulda bir çok oteli ve restoranı bulunan, 4 firmasıyla Kapadokyada Balon sektöründe ilklerden olan büyük bir şirket.
Açıkçası ilk önce nereden başlayacağımı bilemiyorum yazıya. Olumsuz yönlerden mi bahsedeyim yoksa olumlu yönlerden mi? Sanırım biraz karışık gideceğim...


Kuşadası'nın denizi kadınlar plajı ve milli park dışında pek matah bir deniz değildir bana göre. Le Bleu'nun avantajı güzel bir denize sahip olması. Özellikle gün batımında harika bir manzaraya tanık oluyorsunuz burada. Kumsal diyebileceğim bir sahili olmasa da büyük bir iskelesi var otelin ve bu iskeleden tertemiz bir suya giriyorsunuz (son günümüzde dalganın da çok olması sebebiyle biraz pislenmişti deniz). Kıyıdan girmek ise biraz sıkıntılı çünkü her yerde deniz kestanesi var. 
Otel bir iki yıl önce el değiştirmiş ve tadilattan geçirilmiş. Odaların sade bir tasarımı var, denize bakanların manzarası gerçektende keyifli ama teoride güzel olsa da praktikte biraz kullanışsız tasarım ögeleri kullanılmış. Tam kapanmayan cam banyo kapıları gibi.
Housekeeping ise "biraz" dikkatsiz çalışıyor gibi geldi bana. Kırık klozet kapakları, çalışmayan klima, odaya bırakılmayan su gibi şeyler dikkatlerinden "kaçmıştı". Ayrıca en kötü otelde bile bulunan su ısıtıcısı, hazır kahve ve çay gibi bir şeyin olmaması da biraz can sıkıcı bir durumdu. Ama tesadüfen asansörde tanıştığımız Misafir İlişkileri Müdürü Cristina Hanım'a sorunlarımızı aktardığımızda bir saat içinde çözüldü hepsi.

Personel ise maalesef biraz sıkıntılı. Resepsiyon o kadar canından bezmiş bir tavırla çalışıyor ki sorduğunuz hiçbir soruya doğru dürüst bir cevap alamıyorsunuz. Resimlerde göreceğiniz gibi iki ayrı yataklı odamızı değiştiremedik bile. Sadece tatilbudur ekibinden bizi karşılayan Meryem hanım orada kaldığımız sürece ilgili bir tavır gösterdi. Havuz başı personeli ise fazla lakayt. Pizza istediğinizde size başkasının tabağından kalan artık yemeği getirebiliyorlar rahatlıkla. Öyle mi diye sorduğunuzda da sırıtarak yarım ağız bir cevap verebiliyorlar.
Gözlemlediğim kadarıyla otelin Misafir İlişkileri Müdürü Cristina Ertan bir oraya bir buraya koşturup bütün sorun ve eksiklikleri çözmeye çalışıyor ama o da bir noktada elemanlar yüzünden yetersiz kalıyor sanırım.
Yemeklere gelince; ultra her şey dahil neredeyse 7 öğünlük bir sistemde amaç aç kalmamaktır değil mi? Burada yemek konusu biraz sıkıntılı. Yemekler lezzetsiz değil fakat o kadar çabuk bitiyorki biraz geç giderseniz aç kalma yada istediğinizi yiyememe gibi durumlarla karşılaşabilirsiniz (ilk iki gün yemek konusunda biraz sıkıntı yaşadıktan sonra erkenden gidip çözdük bu sorunu). Eğer alakart yemek isterseniz Le Bleu'da İtalyan ve balık restoranı olarak iki restoranda hizmet veriyor. Biz son günümüzde alakart balık restoranında gün batımına karşı güzel bir yemek yedik Burada restoranın şef garsonu Selim beyi de es geçmemem lazım. Gerçekten çok ilgiliydi.

Havuz sevenler için ise relax havuz dedikleri, güm güm müzik çalmayan kısım daha iyi, daha boş ama küçük. Kaydırakların olduğu havuz ise çok kalabalık, gürültülü ve o da küçük. Biz pek havuz sevmediğimiz için önemsemedik bu durumu ama havuz severler için çok küçük ve kalabalık olması sorun olabilir.
Ayrıca otelin birde SPA'sı var. Özellikle eşim masaj delisi olduğu için neredeyse her gün gitti. Bir gün de ben eşlik ettim ona. SPA çalışanları gencecik Endonezyalı kızlardı ve işlerinde de gayet iyilerdi. Hatta masaj sırasında kendi dillerinde enteresan şarkılar bile söylediler bize.

Wi-fi ise otelin hiçbir yerinden çekmiyor. Kendi internetinizi kullanmak isterseniz o da sorunlu. Otelin en kısa zamanda bunu da iyileştirmesi gerektiği kanısındayım.

Sonuç olarak; Le Bleu Otel'in hizmeti beklediğimden çok daha düşük çıktı. Manzarası, denize olan konumu çok daha iyi değerlendirilebilirdi. Özellikle servis ve ön büro elemanlarının eğitimsizliği ve kimi zaman kabalığı yapılmaya çalışılan bazı iyi şeylerin önüne geçmiş.
Gidin veya gitmeyin diyemeyeceğim bir durumdayım şu anda. En iyisi genel yorumları okuyun internetten ve kararınızı verin. Bu arada Kuşadası otellerinin genel profiline baktığımda hepsinin aşağı yukarı aynı olduğunu gördüm. Burada bulunan 5 yıldızlı bir oteli Antalyada bulunan 5 yıldızlı bir otelle de kıyaslamamak lazım. Otele gelen müşteri skalası çok farklı çünkü birbirinden.

Yazının başında da bahsettiğim gibi büyük bir holding bünyesinde olan Hotel çok daha iyi olabilir, tam eğitimli bir personelle daha iyi hizmet verebilir...

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Siena: Palio yarışlarının vatanı


Siena Orta İtalyada Toscana bölgesinde yer alan orta çağ döneminden kalma bir şehir. Şu anda UNESCO Dünya mirasları listesinde olan şehir gördüğünüz ilk andan itibaren büyüleyici ve çok etkileyici bir havaya sahip.
Siena'nın tarihi:
Siena Etrüskler tarafından kurulmuştur. Diğer bir inanışa daha doğrusu efsaneye göre kurucuları Roma şehrinin kurucuları olan Remus'un (ve Romulus'un yeğenleri) oğulları Senius ve Aschius'tur.


Romulus ve Remus, Roma Mitolojisine göre MÖ 753'de Roma şehrinin kurucularıdır. Efsaneye göre Savaş Tanrısı Mars ile Rhea Silvia'nın ikizleridir. 
Romulus, Roma şehri'ni beraber kurduğu kardeşi Remus'u öldürerek tahtın tek sahibi olmuştur. Gerçekte yaşayıp, yaşamadığı bilinmeyen kardeşlerin varlıkları şüphelidir.
İtalyan mitolojisine Etrüskler (Tuskiler) aracılığıyla geçmiş olan bir söylencedir.  Remus ve Romulus iki (veya ikiz) kardeştirler ve Roma şehrini kurmuşlardır. Bir ırmağa bırakılırlar ve dişi bir kurt onları sudan çıkararak bir mağarada emzirir. Daha sonra çiftçi bir aile tarafından bulunarak evlat edinilirler. Roma şehrini kurmak için de kurt tarafından emzirildikleri yeri seçerler. Bu yerin etrafını çevirirken tartışmaya başlar ve kavga ederler bunun üzerine Romulus kardeşi Remus’u öldürür. Kardeşleri besleyen kurdun adı Lupadır. Remus ve Romulusu kurt tarafından emzirilirken gösteren bir çok heykel vardır İtalya şehirlerinde ve kurdun başının yönü Roma'yı işaret eder. Siena şehrinin de simgesidir bu heykel.
Ayrıca Siena tarihte resmi anlamda ilk bankanın da kurulduğu yerdir.
Palio Yarışları


Piazza del Campo

Siena'nın önemli yerleri ve etkinlikleri
Siena'nın en önemli yerlerinden biri Piazza del Campo yani Campo meydanı. Tüm sokaklar bu peri masallarından fırlamış gibi duran meydana açılıyor. Değişik bir mimari yapıya sahip olan meydan dokuz parçaya bölünmüş. Bunun sebebi de her parçanın o dönemki idari bölgelerden birini temsil ediyor olması. Ortadaki yuvarlak alanın ise Meryem Ana'nın pelerinini ifade ettiği söyleniyor. Bugünkü şekline 13. yüzyılın sonlarında kavuşan meydan ünlü Palio di Siena yani Palio yarışlarınada ev sahipliği yapıyor.  Campo Meydanı’nın çevresindeki sarayların en ünlüsü, Palazzo Pubblico (Belediye Sarayı). İnşaasına 1284 yılında başlanan saray, tam bir sanat harikası. Bu sarayın hemen üzerinde 102 metrelik Mangia Kulesi yükseliyor. 13. yüzyıl tarihli kulenin beş yüz basamağını tırmandığınızda, muhteşem şehir manzarası karşınıza çıkıyor.
Sienan'nın en önemli özelliklerinden biri de ünlü Palio yarışları. Piazza del Campo'da düzenlenen bu yarışlar 2 temmuz ve 16 ağustos tarihlerinde düzenleniyor.  İl Palio'da yarışacak olan önceden seçilmiş on at, binicileriyle meydanda üç tur atıyor ve birinci gelene ödül veriliyor. Meydanın eğimli yapısından ve binicilerin atlara eyersiz binmelerinden dolayı son derece sert geçen hatta kimi zaman atların ve binicilerin ağır yaralanmalarına sebep olan yarışlar Siena halkı için büyük önem taşıyor. Meydanı çevreleyen binaların odalarının da kiralandığı bu yarışta meydan tıka basa dolu oluyor.
Bu yarışlarda her at ve binicisi Contrada denilen şehrin 17 semtini temsil ediyor ama yarışa sadece on at katılıyor. Bir önceki yıl yarışa katılamayan 7 takım ertesi yıl direkt katılma hakkı elde ediyor. Bir at yarışı üstünde jokey olmadan tamamlarsa da kazanmış sayılıyor. Önemli olan atın finish çizgisini geçmesi. Koşan bütün atlar melez, safkan at yarıştırılmıyor. Yarışa katılan tüm at ve biniciler temsil ettikleri semtin renklerine ve simgelerine uygun olarak giyiniyorlar: Aquila (Kartal), Bruco (Tırtıl), Chiocciola (Salyangoz), Civetta (Baykuş), Drago (Ejderha), Giraffa (Zürafa), Istrice (Kirpi), Leocorno (Tekboynuz), Lupa (Dişi kurt), Nicchio (Deniz kabuğu), Oca (Kaz), Onda (Dalga), Pantera (Kara Panter), Selva (Orman), Tartaruga (Tosbağa), Torre (Kule) ve Valdimontone (Montone olarak kısaltılır). Hatta bende Drago Contrada'sının bayrağı var.
Her semtin girişinde o semtin neresi olduğunu gösteren bayraklar asılıdır. Hangi mahallede olduğunuzu anlamak için bayraklara bakmak yeterlidir Siena'da.
Siena Katedrali ise İtalya'nın en büyük katedrallerinden birisi. O kadar güzel, o kadar büyüleyici ki bol bol fotoğrafla beraber ayrı yazmayı planlıyorum orayı.
1240 yılından beri tıp ve hukuk alanında eğitim veren dünyaca ünlü Siena Üniversiteside buradadır.


Contrada'lar


Siena'da Alışveriş
Geleneksel Siena tatlısı panforte (veya panpepato) 1200 yılından beri yapılan çok eski bir tatlıdır. Bademli, portakallı bu tatlı daha doğrusu kek özellikle Noel zamanı çok tüketiliyor. Siena’nın bir başka meşhur tatlısı da “ricciarelli”dir. Bu bademli tatlıyı Sienalılar her mevsim tüketirken, İtalya’nın geri kalanı özellikle Noel zamanı yemeyi tercih ediyor. Bir çok dükkanda her mevsim bulabileceğiniz bir üründür panforte. Bunun dışında Toscana bölgesinin harika şaraplarını çok uygun fiyatlara alabilirsiniz buradan. Contrada'ların bayrakları ve çeşitli hediyelik ürünleride ilginizi çekebilir.

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Bursa Kitapevi Otel



Kendi anlatımlarıyla otelin tarihi:
Kitap evi Otel şehir merkezinde, Saltanat Kapı yanında uzanan şehir surlarının en büyük burcunun üzerindedir. Kurtuluş savaşı yıllarında Nuri bey ve ailesine ait olan konak ailenin genişlemesi ve modern yaşama 
geçmeleri ile kimsesiz kalıyor. Geçirdiği yangın ve yağmalara rağmen ayakta kalabilmesi, bugünkü sahibi Dilek Çelebi tarafından kitapçı yapılmak amacı ile satın alınması ile oluyor. Mimar Melda Hanoğlu ile birlikte ev sahibesi tarafından ayağa kaldırılan bina şehirde 10 yıl boyunca bir kültür merkezi olarak kullanılarak kimlik kazanıyor. Nihayet 2009 yılında şehrin ve mekanın gereksinmeleri doğrultusunda tarihi konak yoluna Kitap evi Otel ve Restaurant olarak devam etmekte.
İşte o meşhur tuvalet :)


Amatör Gezgin'in Notları:
Bursa seyahatimizde aslında benim tercihim başka bir oteldi. Eşim hem tarihi bölgeye olan yakınlığı, hem de değişik bir havası ve tarihi olduğu için burayı seçmek istedi.
Otel yukarıda da yazdığı gibi eski bir konak. Lokasyonu dolayısıyla gezilecek çoğu yer yürüyüş mesafesinde. 11 odasıyla hizmet veren otelde biz Manolya Odada kaldık. Arka bahçeye bakan bu odada ilk fark ettiğimiz şey lavabonun odanın içinde olmasıydı. Hatta Köln'de kaldığımız Art Otel'e benzettik bu yüzden. Facebook sayfasında da bu sebepten dolayı aynadan el sallayan fotoğrafımı yayınladım. "Herkese enteresan bir otelden merhaba" diyerek. Odada kullanılan eşyalar genel havaya uymuş, eski tarz konsollar, dolaplar. Kendinizi otel odasında değil de yaşlı bir büyüğünüzün evine ziyarete gelmiş hissediyorsunuz. Buraya kadar her şey iyi ama odayla ilgili ikinci fark ettiğimiz şey canımızı sıktı. O ne mi? Tuvaletin kapısının (fotoğrafta da görebileceğiniz gibi) yarıya kadar çizgili buzlu cam yarıdan sonrada tamamen cam olmasıydı. Tamam düşünürken enteresan bir fikir olmuş olabilir ama uygulamaya geçince hiç kimse söylemedi mi bu fikrin kötü olduğunu? Kapıya perde asmışlar ama onu kapatınca da zaten çok dar olan alanda iyice bunalıyorsunuz. Velhasıl kelam pek bize göre değildi :) Hatta yeni evlilere ve sevgili aşamasındakilere bu oda verilmesin diye de espri yaptık aramızda eşimle...
Ayrıca arabanız varsa burada park sorunu yaşamanız muhtemel. Zaten çok dar olan sokaklarda park etmeniz imkansız. Resepsiyon ise biraz sıkıntılı. Aradığınızda pek kimseyi bulamıyorsunuz görevli. Bir de ahşap yapıdan kaynaklanan atılan her adımın sesini duyma sorunu var maalesef. Odalarda kullanılan banyo malzemeleri ise çeşitli olmasına rağmen daha kaliteli olabilirdi. İyi para verdiğiniz, deluxe odada kaldığınız bir otelde daha kaliteli ürünler bekliyor insan. Bu kısmen olumsuz yanlarından sonra iyi yönlere gelirsek; kahvaltısı gerçekten çok güzel, çeşitli ve lezzetli. Ulu camii, Koza Han, Kapalıçarşıya yürüyüş mesafesinde (hatta sıkı yürürüm derseniz başka birçok yere de). Bahçe çok keyifli ve çok sessiz. Tam kafa dinlenecek bir alan.
Eğer tarihi mekanları, değişik ortamları seviyorsanız Kitapevi Otel tam size göre. Benim gibi bir tipseniz pek rahat edeceğinizi söyleyemeyeceğim maalesef...

Bu yazıyı daha çok fotoğraf eşliğinde tekrar okumak isterseniz yeni siteme buyrun

18 Ağustos 2016 Perşembe

Cumalıkızık Köyü / Bursa



Tarihçe:
Köyün kuruluşu 1300'lü yıllara kadar uzanıyor. Tarihi doku çok iyi korunduğundan dolayı Osmanlı döneminden kırsal sivil mimari örnekleri günümüze kadar gelmiştir.
Uludağ etekleri ile vadiler arasında sıkışıp kalan köylere kızık adı verilmiştir. Diğer kızık köylerindeki köylülerin eskiden Cuma namazı için toplandığı yer olduğundan bu köyün Cumalıkızık adıyla anıldığı söylenir. Bir başka söylence de, Osman Bey'in köyün kurulduğu günün cuma günü olması sebebiyle bu köye "Cumalıkızık" adını vermiş olduğudur.
Köyün camisi, caminin yanındaki Zekiye Hatun Çeşmesi ve tek kubbeli hamamı Osmanlı devrinden kalmadır. Köyde, Bizans devrinden kalma bir kilise kalıntısı da bulunur. 




Amatör Gezgin'in Notları
Cumalıkızık özellikle son yıllarda adı sıkça duyulan bir yer oldu gezmeyi sevenler ve fotoğrafçılar için. Bu kadar popüler olmadan önceki halini bilemem ama şu andaki halinin pek de cazip geldiğini söyleyemeyeceğim bana. Cumalıkızık da aynen Şirince gibi fazla "turistik" olmuş maalesef.

270 haneli köyün şu anda 180 hanesi oturulabilir durumda. Biz gittiğimizde bir çok evde restorasyon çalışması vardı. Bu yüzden de zaten dar olan ara sokaklar daha da daralarak bir şantiye görünümüne girmişti. Sokakların neredeyse tamamı taş döşeli, evler ise genellikle 2-3 katlı ve avlulu. Evlerin birçoğu da cafe haline dönüştürülmüş. Köy ise belirli bir plan dahilinde yapılmamış. Bir ana caddesi yok, sokaklarda plansız bir düzende. Bunun sebebide dağın yamacına kurulan köyün eğime göre yapılması. Evlerin en önemli özelliği ise çeşitli renklerle rengarenk boyanması. Cumalıkızık 2014 yılında UNESCO Dünya mirasları listesine de dahil edilmiş.



Köyden alışveriş yapmak isteyenler tarhana, erişte, mevsimine göre ahududu ve böğürtlen, değişik reçeller alabilirler. Bu ürünlerin dışında çoğu fabrikasyon ürünler var tezgahlarda...

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Hotel Karacam / Eski Foça


Otelin internet sitesinden Hotel Karacam:
Bir Rum tüccar tarafından, 1881 yılında yaptırılan binamız, Ege’nin, tarihi, turistik, şirin balıkçı kasabası güzel Foça’mızın, en eski binalarından birisidir. 1981 yılından beri “neo-klasik” tarihi binada, üstün donanım ve çekiciliği ile müşteri memnuniyetini esas alarak on yıllardan beridir kusursuz hizmet vermeyi sürdürmüştür. Markalaşma yolunda öncü ve özenli bir otel olmayı hedeflemiştir.



Amatör Gezgin'in notları:
Hotel Karacam Eski Foça'da 30 seneyi aşkın bir süredir hizmet veren şirin bir hotel. Terasından harika bir deniz ve Foça manzarasına sahip olan Karacamda bence en önemli şey ise çalışanlarının; özellikle de hotelin sahibi Sebahattin Bey'in dostane ve sıcak tavrı. Karacam'da kendinizi ilk defa konaklamış gibi değil de, yıllardır geliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. 

Çeşitli internet sitelerinden yüksek puanlar alan 21 odaya sahip olan hotel sahile ve çarşıya yakın lokasyonuyla da Foça'da konaklama için önerebileceğim bir hotel. Kahvaltısı güzel, odalar ve banyo küçük ama temiz. Giriş katında bulunan balkon ve terası ise benim gibi kahve keyfi yapmayı sevenler için çok keyifli alanlar.


Hotelin sahibi Sebahattin Karaca ise gerçekten tanınması gereken, turizm konusunda çok bilgili bir insan. Turizm ve Otelcilik lisesi mezunu olan Sebahattin Bey uzun yıllar yurt dışında turizm alanında çalıştıktan sonra Foça'nın ilk otellerinden birini açmış. Turizmciliğin yanı sıra iki dönem meclis üyeliği yapan, çeşitli sivil toplum örgütlerinde görev alan Sebahattin Bey yerel tarih konusunda da önemli araştırmalar yapmış ve birçok kitap yazmış.
Benim gibi hayvansever birisi için Karacam'ın en hoş özelliklerinden biri ise hayvanlara önem ve değer vermesi. Hotelin önüne yerleştirilen mama ve su kaplarıyla sokak hayvanlarına da bakıyor Karacam Hotel.
Tatilinizde sıcak, sevimli bir ortam hatta bir aile ortamı arıyorsanız Hotel Karacam tam da size göre...
Daha detaylı incelemek ve iletişim için tıklayın

4 Ağustos 2016 Perşembe

Foça lezzet durakları...


Açıkçası bu yazıya nasıl başlayacağımı bilmiyorum çünkü çok açım! Kendime bir şeyler hazırlamaya üşendim ve şu anda bütün bu yemekler gözümün önünde uçuşuyor. Şu an sizin de karnınız açsa bence bu yazıyı okumayı sonraya bırakın :)
Neyse, başlayalım bakalım Foça'nın lezzet duraklarına...
Midyeciler
Yazlık, yaz tatili, Ege bölgesi vs. denince benim aklıma ilk midye dolma gelir. Midye dolma her ne kadar zararlı sayılacak bir sokak lezzeti de olsa sanki deniz kenarlarında yenen dolma zararsız -Yalan! midye yiyebilmek uğruna kendimi kandırıyorum- gelir bana (İstanbul hariç. Orada iyi bir zehirlenme maceram vardı).
Foça'da da geri kalmadım bu sevdamdan. Hatta bazı günler midyeciyle anlaşıp gizli gizli yedim eşim kızdığı için (ama midyecide iyi rol kesti sanki öncesinde yememişim gibi). Foçada 3 midyeci var benim gördüğüm. Biri çarşı tarafında, biri Focantique otelin önüne doğru sahilde, biri de Hotel Karacam'ın biraz ilerisinde restoranların başlangıcında. Benim favorim sonuncu midyeci oldu. Özellikle öğlen ilk geldiğinde ılık halde yenenler enfesti. Baharat dengesi de oldukça iyiydi. Diğerlerinde karabiber biraz fazla kaçmıştı. Gidip yerseniz benim kulaklarımı çınlatın olur mu?



Balıkçılar
Foça sahili boyunca sıralanmış bir çok balık restoranı var. Biz ilk gece Ziraat Bankası'nın ilerisinde bir restoranda yedik (adını unuttum maalesef) balıklar ve mezeler lezzetliydi. Ama en lezizi salataydı. Salatada kullanılan yağ çok kaliteli, muhtemelen ege'ye özgü bir yağdı.
Daha sonraki günlerde ise yine sahilde bir iki yerde yemek yedik. Hepsi de oldukça leziz ve tazeydi balıkların bu yüzden restoran tarzı bir yer sorarsanız net şurası diyemeyeceğim.
Daha az restoran havasında bir yer isterseniz de çarşının içinde bulunan Ecem Balık Evi'ni önerebilirim. İsteyene balık-ekmek, isteyene porsiyon şeklinde hizmet veren Ecem balık evi güzel yemekleri ve cana yakın çalışanlarıyla keyifli bir yer.
Bir de Foça gerçekten de ucuz bir yer yemek için. Büyük şehirlerde vereceğiniz paranın neredeyse yarısına tıka basa doymuş kalkıyorsunuz.

Ev yemekleri ve diğer yemekler
Bir gün öğle yemeğini her yemeği yemeyen bir arkadaşımızın önerisi ile Köfteci Ramiz'de yedik. Köfteci Ramiz bildiğiniz gibi hakkında yazabileceğim bir şey yok pek. Sadece köftelerin altına koyulan pideler sıcağın etkisi ile hamurlaşmıştı. Tadı ve görüntüsü pek hoş değildi...
Benim asıl anlatmak istediğim yer çarşının içinde bulunan "Çarşı Lokantası". Gündüzleri tek kaldığım için balık vs pek cazip gelmeyince burayı keşfettim bende. Ve neredeyse her gün dadandım. Yani nasıl desem? Her şey mi güzel olur bir lokantada? Mutlaka mutlaka deneyin Foça'ya giderseniz burayı.

Bir de çarşı içinde bulunan fırından mutlaka bir şeyler alıp tadına bakın. Özellikle sabahları bayılacaksınız sıcacık, taptaze ürünlerine...

Nazmi Usta'nın muhteşem dondurmalarının tadına bakarken...

Veeeeee sıra geldi "Sakız dondurma Nazmi Usta"ya
O yoğunluğuna rağmen Nazmi Usta'nın hikayesini biraz dinleyebildim kendisinden. Nazmi Usta göçmen bir aileden geliyor ve meslekleri babadan dondurmacılık. Dondurmalarında her zaman en iyi malzemeyi kullanıyor ve gerekirse gidip yerinden alıyormuş Nazmi Usta. Fıstık Gaziantep'ten, sakız Girit adasından geliyormuş.

Dondurmalarının bu kadar çok sevilmesini, dükkanın önünde metrelerce kuyruk olmasını da iyi malzeme kullanmasına ve kalitesini hiç bozmamasına bağlıyor. Bu yüzden de daha büyük bir yere geçip yada şube açıp seri üretim yapmak istemiyor. Bu küçük, çok sevimli dükkanda her sene yeni tatlar üretiyor Nazmi Usta. Borovinka (yaban mersini) gibi değişik lezzetleri binbir emekle hazırlayıp sunuyor dondurma severlere. Mutlulukla, emekle yapılan her şey gibi tadı güzel, alışılagelmiş tatlardan farklı dondurmalarını mutlaka deneyin Foça'ya giderseniz...