26 Haziran 2015 Cuma

Hollanda'nın en büyük şatosu: De Haar (Kasteel de Haar)

Hollanda'ya gitmeden önce yaptığım araştırmalarda burası hakkında pek birşey bulamamıştım. Sadece bir blogda kısa bir yazı görmüştüm hakkında. Utrecht'e vardığımızda Haarzuilens'in çok yakın bir mesafede olduğunu görüp, kasabadan sonra şatoya da gidelim dedik. İyiki de gitmişiz. 



Şato belirli saat aralıklarında düzenlenen turlarla gezilebiliyor. Hangi dilde tura katılmak istiyorsanız o saati bekliyorsunuz. Şato'ya da bahçeye de giriş ayrı ayrı paralı (yani içeri girmeden sadece bahçeyi de gezip çıkabilirsiniz). Otopark parası 4 euro, bahçe+şato turu kişibaşı 14 eu ve yaklaşık 1 saat sürüyor. Rehber eşliğinde yapılan turda kilitli dolaplara fotoğraf makinaları ve sırt çantalarını kilitliyorsunuz önceden çünkü fotoğraf çekmek yasak içeride. İlk olarak kiler ve mutfak gezdiriliyor. 



Daha sonra eski yapıda avlu, ahır gibi şeyler için kullanılan ama sonraki inşaatda oturma odası, bilardo odası gibi düzenlenen bir oda gezdiriliyor. Bu odanın eski halinde tavan olmadığı için şimdiki tavan tamamen altın işlemelerle yapılmış ve üst katların buraya bakan kısımlarında aile fertlerinin heykelleri dizilmiş. (Rehberin dediği gibi üç boyutlu bir aile albümü yapılmış), sigara içme odası, balo salonu, yemek odası (orijinal yemek takımlarından da parçalar sergileniyor. Bütün parçalar altın ve gümüş ayrıca kullanılan neredeyse tüm eşyalar şatoyu yenileyen mimar Cuypers tarafından tasarlanmış), misafir odalarından biri (şatonun birçok ünlü konuğu olmuş. Yakın geçmişte Liz Taylor, Sophia Loren gibi ünlü sanatçılar da bunların arasında) ve en sonda da Baron ve Barones'in yatak odaları gezdiriliyor. Baron ve Barones 25 yıldan fazla evli kalmışlar ama asla beraber aynı odada kalmamışlar. 
İki oğulları olmuş bu evlilikten (ama dedikodulara göre baronesin bir kadınla da ilişkisi varmış). Barones 1947 yılında, Baron ise 1934 yılında hayata gözlerini yummuş. 



Baron ve Barones





Şatonun Tarihi:
De Haar Hollanda'nın en büyük şatosu. Şatonun geçmişi ile bilinen ilk belge 1391 yılına dayanıyor. Şatonun sahipleri olan De Haar ailesinin son bireyi çocuksuz yani varissiz ölüyor fakat şatonun mülkiyeti 1440 yılına kadar ailede kalıyor. Yıkıntıya dönen yapının mülkiyeti 1500'lü yıllarda Van Zuylen ailesine geçiyor. 1641 yılında Johan van Zuylen van der Haar da çocuksuz ölünce şato kaderine terk ediliyor.1890 yılında şato akrabalardan Baron Frederic van Zuylen'e miras kalıyor. Çok zengin ve ünlü Rothschild ailesinin kızları Helene ile evli olan Baron maddi konularda karısının da desteğini alarak atalarının hatırına burayı yeniden yaptırmaya karar veriyor. Dönemin ünlü mimarlarından Pierre Cuypers (Amsterdam merkez istasyonu ve Rijkmuseum'un mimarı) bu görevi üstleniyor ve yaklaşık 20 sene süren bir inşaat sonucunda şato şu anki görünümüne kavuşuyor.



Mimari Özellikleri:
Şatonun 200 odası var ve zamanının çok ötesinde şeylerle donatılmış. Rehberin dediğine göre hava atmayı ve ilkleri yapmayı çok seven Baron, bütün şatoya elektrik, kalorifer ve sıcak su tesisatı döşetmiş. Mutfak ve banyolar son derece modern. Mutfakta kullanılan havalandırma tesisatı günümüz mutfaklarını aratmayacak derecede akıllıca tasarlanmış.
Şatonun iç dekorasyonu da enteresan. Genellikle koyu renklerin hakim olduğu iç karartıcı bir havası var. Bence bunun sebeplerinden biri de duvarların halı kaplı olması. Rehberin anlattığına göre (bu arada rehberimiz çok esprili süper tatlılıkta bir kadındı) hayalet korkusu olan Baron hayaletlerin geçememesi için bütün duvarlara halı kaplattırmış ve camların üstlerini de hayaletlere karşı özel motiflerle süsletmiş. Sadece Barones'in odası normal bir kadının seveceği gibi açık renklerle ve normal duvarlarla dizayn edilmiş. Hatta Barones o kadar bıkmış ki bu koyu renklerden odasının girişindeki koyu renkli kapı değişmeyeceği için ikinci açık renk bir kapı daha taktırmış. Yukarıda da yazdığım gibi asla aynı Baron ve Barones asla aynı odada yatmadıkları için de Barones istediği gibi hareket edebildiği tek yere kendi tarzını uygulamış. 
Ayrıca Baron'un çok fazla uzakdoğu hayranlığı olduğu için dekorasyonda bolca Çin ve Japon kültürlerinden de parçalar kullanılmış. Baron katolik, barones yahudi olduğu için dini motifler dekorasyonda fazla kullanılmasa da (baron'un odasında bulunan büyük bir haç harici bir şey görmedik) bahçede küçük bir şapel de inşa edilmiş. 
Ayrıca Şatonun muhteşem bir bahçesi de var. Biz turdan çıktığımızda özellikle bahçeyi gezmeye ve piknik yapmaya gelen birçok insan vardı. 




Günümüzde Elf Fantasy gibi bazı festivallere ev sahipliği yapan şatoda bahçede bulunan şapelde belli bir ücret karşılığı nikah kıyılabiliyor, bahçede düğün yemeği verilebiliyor ve düğün fotoğrafları da çektirilebiliyor. 2000 yılında Van Zuylen ailesi yıllık bakım masraflarını hafifletmek için bir vakıf kurarak şatoyu vakıfa bağışlıyor fakat her yıl Eylül ayı boyunca buraya gelip kalma haklarını koruyorlar. 2011 yılında son erkek varis olan Thierry van Zuylen ölünce kızı kalenin içindeki tüm eşya ve sanat eserlerini satışa çıkarıyor ama aile yine de her yıl burada bir ay kalmaya devam ediyor. 

20 Haziran 2015 Cumartesi

İlk durak Utrecht ve Haarzuilens / Hollanda


Aslında mayıs ayında Berlin'e gidiyordum ama son anda çıkan bir sağlık problemi yüzünden ertelemek zorunda kalmıştım. İyiki de gitmemişim belki o zaman bu kadar detaylı ve iyi havada gezememiş olacaktım. Herşeyde vardır bir hayır demişler ya. Neyse, Berlin başka sefere kaldı artık. Şimdi başlayalım yeni gezimizi anlatmaya...



Türkiye'den uçağımız gece üçte kalktı ve biz altı- yedi gibi Düsseldorf'a indik. Nedense sorgu sual işlerini iyice arttırmışlar kapıda. Eskiden neden geldin diye sorar; tatil vs. deyince iyi tatiller diye geçirirlerdi. Bu sefer dönüş bileti, sağlık sigortası vs. vs. bir sürü şey sordular. Allahtan dönüş biletlerinin maili telefonda vardı. Neyse çok sorun olmadan geçtik, bavulları aldıktan sonra ilk iş önceden kiraladığımız arabayı almaya geldi. Rahat olsun diye büyük bir araba istemiştik. Ford Kuga verdiler son derecede rahat ettik arabada. Almanya'ya tekrar döneceğimiz için hiç oyalanmadan Hollanda'ya yola çıktık. Daha önceden nerelere gideceğimizi araştırıp haritadan işaretlemiştik. Ama acelemiz olmadığı ve geze geze gitmek istediğimiz için pek acele etmedik. Hollanda'ya vardığımız anda neredeyse bütün küçük köyleri, kasabaları dolaşa dolaşa Utrecht'e vardık.


Utrecht Amsterdam'a yaklaşık yaklaşık yarım saat mesafede olan Hollanda'nın 4. büyük şehri. Her yer yemyeşil ve süper evlere sahip bir üniversite şehri. (Belirtmem gereken birşey var: Hollanda zaten o kadar yeşil ki renklerden gözünüz kamaşıyor. Hiçbir ülkede bu kadar parlak bir yeşil tonu görmedim neredeyse. Evler çok güzel, bahçeler muazzam bakımlı. Bu güzellikleri görünce hollandalı ressamların nasıl ilham aldığını da daha iyi anlıyor insan). Amsterdam da olduğu gibi burada da her yerde kanallar var ve bence Amsterdam'dan daha güzel ve kafa dinlenesi bir şehir (ama Amsterdam sanat konusunda beş basar). Utrecht'de biraz vakit geçirdikten sonra küçük kasabalarından biri olan Haarzuilens'e yola çıktık (yaklaşık 8 km. arası var). Bu kasabanın en önemli özelliği dev gibi bir şatoya sahip olması (Kasteel de Haar). Ama ne şato! Masallardan fırlamış gibi (Şatoyu ayrıca yazacağım çünkü paylaşmak istediğim çok fotoğraf var). Haarzuilens kasabası (yada köyü mü desem) ise apayrı bir masalsı görünüme sahip. Her yerde yine kanallar. şipşirin evler...

Bu evi istiyorum yaa...

Kimi evlerin tarihi 1500 -1600'lü yıllara dayanıyor ama o kadar iyi korunmuşlar ki sanki dün yapılmış. Binaların bazılarının üstünde o evi yaptıranların isimleri yazıyor bazılarında da latince sözcükler. Bu köyün özelliklerinden biri de her sene şatoda düzenlenen "Elf Fantasy" fuarı. Ortaçağ kıyafetinden, Star Wars karakterlerine, mitolojik karakterlere bürünmüş yüzlerce insan şatoyu ve bu ortaçağ köyünün sokaklarını dolduruyormuş. Tanıtım filminde izlediğime göre çok ilginç görüntüler ortaya çıkıyor. 
Ayrıca bu güzel köy bisikletçilerin de buluşma noktası sanırım. Her yer takım halinde bisikletçiyle doluydu. Zaten Hollanda'da her yer bisikletlilerin hakimiyetinde. Özellikle Amsterdam'da çok var. Bebekliler, yaşlılar, gençler... 

İşte huzur. Burada yaşasam keşke...

Köyün orta yerinde ise birçok keçi, koyun ve kuş türünün bulunduğu bir park var. Hayvanlar o kadar alışmış ki insanlara hemen gelip kendini sevdiriyorlar. Bizde biraz keçi sevdikten sonra meydanda bulunan restoranlardan birine oturduk ve birşeyler atıştırıp kuş seslerinin keyfini çıkardıktan sonra kaleye doğru yola çıktık...


Pıtı pıtı el yalayan yavru çok tatlıydı...

Bu arada sabahın köründe yol yorgunluğunun etkisiyle sanırım Utrecht'de hiç fotoğraf çekmediğimizi fark ettik. Bu açığı Haarzuilens ile kapatabilirim umarım...

Daha çok fotoğrafa ana sayfada bulunan instagram adresimden ulaşabilirsiniz...

19 Haziran 2015 Cuma

Seyahat Planlama İpuçları

Herkese tekrar merhaba,
Gittik, geldik yazacak çok yerimiz var ama gezi yazılarına başlamadan önce bilgi vermek istediğim başka bir konu var.
O da "seyahat planlama ipuçları".
Bu konuda oldukça soru soruluyor. Şuraya gidersem ne kadar harcarım, kaç gün yeter gezmek için vs. diye. Kimin ne kadar bütçesi olduğunu yada ne tür konfor aradığını bilmediğim için net cevap veremiyorum genellikle. Bende hem bu sorulara cevap için hem de gezi planlayacaklara yardım olsun diye böyle birşey yazmak istedim. Hadi başlayalım bakalım...

Yol - ulaşım programlaması:
Eğer yurtdışına bir seyahat planlıyorsanız bunun için havayollarının promosyonlu biletlerini takip etmenizde fayda var. THY ve Pegasus gibi firmaların bazı dönemlerde çok uygun fiyatlara biletleri oluyor. Genellikle kış aylarında yaz tatili dönemi için çok ucuz uçuşlar bulabilirsiniz. Tabii bunun için son anda bir aksilik çıkıp gidemeyebileceğinizi de göz önüne almalısınız. Türk firmaları dışında Sun Express (lufthansa ortaklı), Wiz Air, Alitalia gibi diğer ülkelerin de uygun fiyatlarda uçuşları oluyor (bazıları THY kadar konforlu olmasa da işinize yarar). Skyscanner gibi internet siteleri de en uygun bilet fiyatlarını bulmanıza da işe yarar...

Konaklama:


Art Otel Köln / Almanya

Benim konaklama için tercihim oteller oluyor ama bütçenize göre hostel, yada apartman dairesinde de kalabilirsiniz. Bunun için kullandığım siteler ise çoğunlukla Booking.com ve ara sıra Trivago. Kalabalık arkadaş grubuyla gidecekseniz apartman daireleri daha kullanışlı bu arada. Otel seçerken sorulacak bence en önemli kriterler ise: Merkeze yakınlığı, verilen fiyata kahvaltının dahil olup olmadığı, arabayla gidecekseniz otoparkının olup olmadığı (varsa paralı olup olmadığı), Ücretsiz Wi-fi hizmeti verip vermediği gibi şeyler. (Şunu da belirtmem gerekiyor bazen internet sitesinde gördüğünüz oda karşılaştığınız oda olmayabiliyor. Bunu da göz önüne almak lazım. Benim birkaç kere başıma geldi)


Yemek:


Somonlar, makarnalar tadı damağımda kaldı...
Ghent / Belçika

Eğer oda-kahvaltı olan otellerde kalıyorsanız kahvaltınızı iyi yapın çünkü gezmek acıktırıyor. Biz kahvaltıdan sonra vakit kaybetmemek için genellikle ayaküstü birşeyler yiyoruz ama kaldığımız süre içinde mutlaka birkaç öğle ve akşam yemeğini iyi bir restoranda yerel lezzetleri deneyerek geçiriyoruz. Marketlerden alacağınız hazır sandviçler de kurtarıcınız olabiliyor bazı zamanlarda...


Alışveriş:


Henri Willig Fabrika satış mağazası
Volendam / Hollanda

Hediyelik alışverişlerinizi merkezi yerlerden yapmanızı pek önermem çünkü daha pahalılar. 8 Eu ödediğiniz bir kar küresini yada magneti daha iç tarafta yarı fiyatına görebilirsiniz çünkü. Yiyecek içecek alış verişinizi ise marketlerden yapmanızı öneririm (çikolata, peynir, içki vs. gibi). Fransa ve Belçikada Carrefour, Almanya'da ve diğer AB ülkelerinde Lindl, Aldi gibi marketlerin fiyatları sizi çok şaşırtabilir. Almanya'da kozmetik, market vs. için Müeller, Hollanda'da ise birçok ürün için HEMA oldukça iyi fiyatlar sunar.


Ülke yada şehir içi ulaşım:


Bizim Almanyadaki kiralık Ford Kuga'mız. Rahat bir arabaydı...

Biz gideceğimiz yere uçakla gidip ülke içinde dolaşacaksak  ya araba kiralıyoruz orada kullanmak için yada bir taksiyle günlük ücretten anlaşıp uzak yerlere gidiyoruz. Şehir içinde dolaşacaksak ise toplu taşıma araçlarını kullanıyoruz iyi bir sistemleri varsa. Eğer araba kiralayacaksanız burada önemli olan navigasyonlu bir araç kiralamanız. Otelden yada turist bürosundan alacağınız haritalar kurtarıcınız haline geliyor.

Araba kiralayacaksanız trafik kurallarına özellikle Avrupa'da mutlaka uyun. Hangisi otobüs, hangisi kamyon yolu dikkat edin. Işıklarda aman birşey olmaz diye geçmeye kalkmayın, takip mesafesini koruyun, mutlaka kemer takın ve bizim Türkiye'de yaptığımız gibi devamlı zart zart kornaya basmayın cezayı yersiniz. Yorulduğunuz anda otoyollarda bulunan tesislerde mutlaka mola verin yoksa yanlış bir durumda otoban polisini tepenizde bulup, yüksek cezalar ödeyebilirsiniz. Şehir içinde park ettiğiniz yere de dikkat edin. Levhalar ingilizce yada anlayabildiğiniz bir dil değilse bilen birine sorun. (yoksa bizim gibi arabanızı çektirmekten son anda sıyırırsınız. Almanca bilseydik yanmıştık. Bilmediğimiz için affettiler küçük bir ceza ile. Arabayı çekselerdi 200 Eu ödeyecektik 25 Eu ile yırttık)

Görülecek yerler planlaması:



Van Gogh otoportre Rijkmuseum Amsterdam / Hollanda

Bunun için en büyük tavsiyem gitmeden önce bol bol araştırın. Ortak fikirler edinmeye çalışın. Birinin hiç sevmediği bir yeri başka biri çok sevmiş olabilir. Sadece bir iki yazı okuyup sonra keşke gitseydik yada gitmeseydik diye üzülmeyin. İlk gün varış saatinize göre bir planlama yapın. Bence en güzeli ilk etapta otelinize en uzak yerleri görmek. Çünkü günler geçtikçe daha yorulup ve yürümek yada uzaklaşmak istemiyor hale gelebilirsiniz. Haritadan işaretleyip önce merkeze uzak, sonra yavaş yavaş daha merkezde birbirine yakın noktaları gezmenizi öneririm.

Ayrıca gideceğiniz ülkenin yada şehrin müzelere indirim hatta bedava giriş sağlayan, toplu taşımayı ücretsiz kullanabileceğiniz bir kart sistemi var mı iyi araştırın (amsterdamcard, firenze card, roma pass, berlin pass gibi). Bu kartlar genelde 24,48,72 saatlik satılıyorlar ve özellikle müze girişlerinde hem ücret yönünden fayda hem de sıra beklememe gibi avantajları oluyor. Kartlar ilk okuttuğunuz anda (müzede, otobüste vs) açılıyor ve belirtilen saat sonunda kullanıma kapatılıyor. Bu kartları turizm bürolarından, havaalanından yada kaldığınız otelden alabilirsiniz...

Vize başvuruları ve ülkeye girişte yaşananlar:
Tabii ki burada en önemli şey ise vize. Biliyorsunuz eğer yeşil yada diplomatik pasaportunuz yoksa elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz vize uygulayan ülkelere. Öncelikle belirtmem gerek hangi ülkeye gidecekseniz ilk olarak o ülkenin vizesini almanız gerekiyor (mesela ilk almanya'ya gidip oradan isviçreye gidecekseniz alman vizesine başvurmalısınız. Çıkışınız ise yine ilk ülkeden olmalı). Vize başvurularının sonuçlanması kalabalık, tatiller gibi kimi durumlarda uzun sürebildiği için seyahatinizden en az 1.5, 2 ay önce başvurmalısınız.
Ülkeye girerken ise bazı memurlar çok soru sorabiliyorlar kasılmayın, rahat olun memurun karşısında. Ne tipler gelip gidiyor… Turist olarak geldim deseniz bile yeter bazen. (ilk kez yurtdışına çıkacaklar için söylüyorum bunları)
Kimileri sadece geliş amacını sorabiliyorken, kimileri geri dönüş biletinizi, seyahat sağlık sigortanızı da görmek istiyorlar (Almanya gibi). Onların çıktısını alıp yanınızda yada akıllı telefonunuzda bulundurun. Ne olur ne olmaz...
Bu arada bazı ülkeler pasaportunuzda başka bir ülkenin giriş damgasi varsa sizi almıyor bilginize...
Lübnan: İsrail damgalıları
Yunanistan: KKTC damgalıları gibi…
ülkeye dönüşte ise havaalanında dikkat etmeniz gerekenler var. Kabin çantalarınıza su yada limiti aşan sıvılar koymamak gibi. (Almanya dönüşümde çantanın en dibinde su unutmuşum. Baya bir inatlaştım görevliyle sıvı yok diye. En son çanta açılıp dipte su şişesini görünce çok mahçup oldum). Ayrıca uçuşunuzdan en az iki saat önce orada olun bir sorun yaşamamak için. Bavulunuza küçük bir çanta sıkıştırırsanız dönüşte aldıklarınızı ona koyup, bagaj liminitinizi aşmamış olursunuz.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar eklemek istedikleriniz varsa yorumlara yazabilirsiniz...
Bir sonraki yazıda Hollanda maceramız başlıyor (bu yazıda yeni gezimizin bazı fotoğraflarını kullandım)

9 Haziran 2015 Salı

Yine yollardayız. Yakında Hollanda, Belçika, Almanya yazılarıyla buradayız. Takipte kalın...

4 Haziran 2015 Perşembe

Batum Gezisi 3. Bölüm

Batum'da nereler gezilir, neler yapılır?
Daha önceki yazılarda da bahsettiğim gibi benim gibi müze gezmekten hoşlananlar Batum'da istediklerini pek bulamayacaklar. Ben iki müze gezdim ama pek memnun kaldığımı söyleyemem. İlk gezdiğim müze tarih ve arkeoloji müzesiydi ama bulmak gerçekten de çok zor oldu.

İlk müze

İlk başta elde harita baya bir dolaştık sokakları, herkese sorduk ama ingilizce bilmeme problemlerinden dolayı pek başarılı olamadık bulmakta. En sonunda bir bakkala sorup, duruma göre vazgeçmeye karar verdik ama sormaz olaydık. Bakkalın önünde oturanlardan biri istemediğimiz halde ben sizi götürürüm diye tutturdu. İstemedik çünkü adam öğlen vakti zil zurna sarhoştu ve biz bir türlü ikna edemedik onu. İşin kötüsü ne o bizi anlıyordu ne de biz onu ama adam durmadan konuşuyordu ve ısrarla da cevap bekliyordu. Ne hikmetse o kafayla bizi müzeye götürdü. Biz de teşekkür ettik ama adamın peşimizi bırakmaya niyeti yoktu. Mecburen ona da bilet aldık ve ve yine anlamadığımız halde bize müzede kendince rehberlik etti (Bu arada müze görevlileri de adamı uzaklaştırmaya çalıştı bizden ama o ustalıkla hepsini ekarte etti).

Balina

Yarım yamalak müzeyi gezdikten sonra e hadi artık sen git türünden birşey dedik adam inat edince eline biraz para verip, hadi sen birşeyler iç sağol vs. dedikten sonra bizi bıraktı ama onda da baya pazarlık etti para için. Bu müzede pek görecek bişey yoktu açıkçası tek enteresan olan şey arka bahçede bulunan yaklaşık 20 mt'lik bir balina iskeletiydi.


İkinci gezdiğim müze ise resim - heykel müzesiydi ve ilkine göre daha iyiydi. Tablolar biraz bakımsız dursa da gürcü sanatçıların eserlerini tanımak hoş oldu. Bina da daha önceki müzeye nazaran çok daha bakımlıydı.

Batum Bulvarı




Batum'da bence akşamları yapılacak en keyifli şeylerden biri Batum sahilde bulunan parklarda vakit geçirmek oldu. Her yer cıvıl cıvıl. Kurulan havuzlarda akşam dokuzdan sonra ses ve ışık gösterileri düzenleniyor ve gerçekten de çok güzel. Havuzdaki fıskiyeler müziğe göre su fışkırtıyor ve güzel ışıklandırmanın da etkisiyle çok güzel görünüyor (yeni Batum bölgesinde bu gösteriler çok daha büyük havuzlarla sergileniyor. Old town tarafı daha mütevazi). Ayrıca yine bu parklarda birçok gösteri sanatçısı da oluyor geceleri. Kuklacılar, dansçılar, ressamlar, şarkıcılar ne ararsanız var. Fakat bizim en ilgimizi çeken her gece aynı yerde canlı müzik eşliğinde kafkas dansları yapan 20'li yaşlardaki gençler oldu. Neredeyse her gece onları izlemeye gittik. İzleyen halkın da katılımıyla çok keyifli danslar yapıldı.
Sahil tarafında kurulan panayırlarda da çok keyifli saatler geçirdik.

Piazza Batumi

İşte o saat, figür ve çanlar

Piazza Batumi de sık sık gittiğimiz yerlerden oldu. Eski Batum tarafında bulunan bu meydanın en büyük özelliği çeşit çeşit cafe-restoranı içermesinin yanı sıra devamlı canlı müzik olması. Hem de son derece ustaca çalınan, rahatsızlık vermeyen bir müzik. Bunun dışında meydanda bulunan saat kulesi de enteresan. Her saat başı çaldığında içinden figürler çıkıyor ve küçükten büyüğe sıralanmış çanlar melodi çalıyor. Son derece hareketli olan bu meydanı da öneririm (hatta son gece defile bile vardı).

Batum'da deniz, plaj vs...


Batum tam anlamıyla bir sahil şehri boydan boya bütün sahilden denize girilebiliyor. Pier Batumi tarafı neredeyse tamamen halk plajı ve ücretsiz. Su inanılmaz temiz ama birden derinleşiyor. Sahil çoğunlukla taşlık. Biz Hem otelin havuzuna girdik hem de plajlara gittik. İlk gittiğimiz plaj kaldığımız otel olan Radisson'un plajıydı (iveria beach) ve giriş kişi başı 15 lari kadardı (15 x 1,6) bu fiyata havlu şemsiye ve şezlong dahildi. İkinci plaj ise Alfabe kulesi'nin yanında olan yine paralı girilen Mandarin Beach'di ve aynı fiyat ve hizmetler geçerliydi. İki plajda da içki vs. kapıda verilen paraya dahil değil ama pahalı da değil.


Bu arada gürcüler alfabeleriyle övünç duyuyorlar ve üzerinde her harfin yer aldığı bir de kule dikmişler sahile. Sahil kısmında kuleyi gördükten sonra bir benzeri Londra'da da olan büyük dönme dolap'a binip (55 m. yüksekliğinde) bütün Batum'u yukarıdan izleyebilirsiniz.

Batum Botanik bahçesi




Ne olur ne olmaz bakışıyla ben...

Batum botanik bahçesi şehrin oldukça dışında. Bu yüzden şoförümüz Edo'yla gittik oraya. Devasa bir alan ve gez gez bitmiyor açıkçası. Yorulanlar yada yaşlılar için elektrikli mini tren gezdiriyor içeride. Tamam çok güzel, yemyeşil ama ben biraz sıkıldım açıkçası burada. Zaten Batum'un her yeri park, her yeri yemyeşil. Tek enteresan olan şey kolumuzda poz veren Şahin (ama o da biraz ürkütücüydü) Hem çok ağırdı hemde pençeleri inanılmaz sıktı kolumu. (ona da 5 lari verdik galiba fotoğraf için) ve devasa kökleri olan ağaçlardı. Giriş yanlış hatırlamıyorsam yabancılara 14, gürcü vatandaşlarına 8 lariydi.

Heykeller
Ali ve Nino

Poseidon


Batum'da her yer heykel dolu bunların en bilinenleri. Medusa heykeli, Poseidon heykeli ve elbetteki Ali ve Nino. Ali ve Nino klasik kavuşamayan aşıkların hikayesi. Buradaki heykel ise gitgide birbirine yaklaşıyor ve yanlış hatırlamıyorsam on dakikada bir iç içe geçiyor. Güzel olan şeyse insanların bu iç içe geçme sırasında alkışlaması onları. İnsanın yüzünü gülümsetip, kalbini aydınlatıyor...
Astronomik saat kulesini, Büyük katedrali de mutlaka görün. Özellikle katedral'in büyüleyici bir havası var...
Katedral

Bunun dışında Batum yunuslarıyla övünen bir şehir. Şehrin ambleminde bile yunuslar var. Yunus gösterileri de şehrin önemli simgelerinden izlemek isteyenlere. Casinolar ise yine vakit geçirilecek yerlerden. Canlı masaları bilmem ama kollu makinelerde bet'ler çok yüksek değil ama Aklınıza Kıbrıs'ın lüks casinoları gelmesin burada. Biraz da temkinli olmakta yarar var ortamdan dolayı. Maalesef biraz kötü işler dönüyor buralarda (kızlarla ilgili anlarsınız). Hatta bir akşam benim yanımda oturan ve devamlı muhabbet etmeye çalışan bir kadının patronları olduğunu anladık son anda ve çok huzursuz oldum açıkçası.

Özetlersek...
Teneke Ev

Ben Batum'u çok sevdim. Hatta o kadar sevdim ki bu yaz tekrar gitmek istiyorum. Onca fakirliğe rağmen çalışkan, güleryüzlü insanlarını, cıvıl cıvıl sokaklarını, ufacık şeylerden mutlu olduklarını görünce kendimi sorguladım bir bakıma (Gürcüler maalesef fakir bir halk. Yeni yeni bir şeyler yapılıyor ülkede gelişme adına. Gürcistan'da sigorta, emeklilik gibi şeyler olmadığı için herkes yaşamak için çalışmak zorunda. O yüzden de özellikle Türkiye'de çocuk, hasta bakımı için çalışıyorlar. Maaşlar çok düşük. Edo'nun anlattığına göre hükümet çalışanları harici en yüksek maaş kalp ve beyin üzerine çalışan doktorların. O da türk parasına göre en fazla 5000-6000 civarı. Üniversiteler ve sağlık hizmetleri paralı, ilaçlar çok pahalı. Polis olmak için bile paralı okula gitmek zorundasınız ve okulun yıllık ücreti alacağınız maaştan fazla. Bir tarafta son derece lüks yeni binalar, bir tarafta da teneke kaplı evlerle tam bir curcuna burası). Velhasıl kelam gidin, görün Batum'u. Benim kadar sevmeseniz bile pırıl pırıl bir denize girip, o güzel şaraplarının, peynirlerinin tadına bakın...

Bizi gezdiren Gürcü şoförlerimizin iletişim numaraları
Koba (bizi trabzon havaalanından alıp Batum'a götürdü. Az türkçe biliyor)
+995555 21-81-82
Edo (Batum'dan Trabzona götürdü ve Batum içinde ve çevresinde gezmek istediğimiz uzak yerlere götürdü. Çok iyi türkçe biliyor, birkaç sene türkiye'de çalışmış ve çok sevimli, düzgün bir adam)
(+99593-12-66-01)