28 Temmuz 2016 Perşembe

"Bence" Komik tatil anılarımız



Herkesin başına yıllar geçse bile anlatırken gülünen komik olaylar gelir değil mi? Bu anlar özellikle de tatile denk gelmişse hiç unutulmaz.

Normalde sakar biri olmasam da bütün sakarlıklar beni bulur tatillerimde. Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin bunlar ya yanımızdaki arkadaşlarımız tarafından yada eşim tarafından bolca anlatılır eş dost sohbetlerinde. Kimi zaman "ya yeter artık anlatmayın" desem de "kızmış" gibi yapıp genelde bende katılırım bu anlatımlara. Hadi bakalım başlayalım o zaman başımıza gelenlere :)

- Herhalde pek az kişinin başına gelen bir olaydır bu.
Bir yaz tatilinde 1 haftalık mavi yolculuğumuzun sonunda teknemiz tatilimize devam etmek üzere bizi (kalabalık bir arkadaş grubu) Selimiye'de bulunan "Beyaz Güvercin" isimli otele bıraktı. Herkes eşyalarını yerleştirmek ve üzerini değiştirmek için odalarına çekildi. Bende eşyaları yerleştirip duşa girdim ama bir gariplik vardı suda (daha doğrusu duşta). Her yanımı çok acıtan, milyonlarca iğne batıyor hissi vardı. İlk önce duş başlığında sorun olduğunu düşündüm ve duşu tutar tutmaz elimi çekmek zorunda kaldım acıdan. Hemen eşime seslendim, gelip kontrol etti ve birşey yok dedi. Bende tekrar girdim duşa ama aynı şeyleri yaşayınca çıktım ve eşimi yeniden kontrole çağırdım. Bu sefer o da fark edince durumu otelden birilerini çağırdık. Kontrolde anlaşıldı ki sıcak su sağlayan güneş panellerinde kaçak varmış ve beni devamlı elektrik çarpıyormuş :) Eşim ve kontrol eden kişi plastik terlik giydikleri için anlayamamışlar önce. Akşama baya muhabbeti dönmüştü sonra. Şimdi o tatilden konuşurken o otelin adı "Büge'ye elektrik çarpan otel" olarak kaldı aramızda :)

- Yine tekne tatillerimizden birinde başıma gelen bir şeyi anlatayım size. Büyük guletlerle yolculuk yapanlar bilirler tuvalet sistemini. Kimi tekne normal sifonlu kullanır, kimi de pompalı kullanır tuvaletleri. Pompalı sistemde klozeti temizlemek için tuvaletin yanındaki kolu bir iki kez pompalamanız gerekir.
Kalabalık arkadaş grubumuzda nedense hiçbir kadın beceremedik bu işi. Herkes birbirine soruyordu. En sonunda ben eşime sordum, göstermesini istedim nasıl yapılacağını. Bir kahraman edasıyla topladım bütün kız arkadaşları başıma bakın böyle oluyor dememe kalmadan klozetteki bütün su yüzüme fışkırdı (su temizdi ama yine de iğrenç. Şimdi bile midem kalktı). Herkes ciyak ciyak kaçıştı, bense gözümü bile açamıyorum. En sonunda her tarafımı dakikalarca protex sabunla yıkayıp, kolonyalayıp, denizde saatlerce tuzlu su işe yarar diye yüzmekte bulmuştum çareyi. Bu da senelerdir arkadaş grubumuzda anlatılır maalesef :)

- Benim düşmelerim de komiktir ve çoğunlukla tatillere denk gelir.
İlk ciddi düşmem Karadeniz gezimizde olmuştu. Dağ köylerini gezmiş, dönüşe başlamıştık. İnmemiz gereken dik bir yamaçta birden ayağım kaydı ve yuvarlanmaya başladım. Can havliyle tutunduğum ilk şey ise ısırgan otları oldu :) Acıdan bırakıp yuvarlanmaya devam ettim ve tekrar tutundum otlara yine ısırgan otu :) Bütün akşam kremler ve acı içinde heykel gibi oturmuştum...

İkinci düşmem rafting sırasında bottan oldu. Bir anda nasıl olduğunu anlamadım ve suda sürüklenirken buldum kendimi. O sırada rehberin canhıraş bağırışını duydum "çabuk bota çekin şelaleye yaklaşıyoruz" diye.
Ve bir anda da karga tulumba botta buldum kendimi. Kafam botun dibinde bacaklar havada :)

Üçüncü ve en çok dert çıkaran düşme ise bir Kıbrıs tatiline denk geldi. Zaten 4 günlüğüne gitmiştim o da zehir oldu. Girne Cratos otelde kalıyorduk. Ve yine bir banyo macerası. Bu sefer de küvette düştüm ve havada uçtuğum o birkaç saniye ağır çekim gibi geldi. Hiçbir şey yapamadım. Ayağımı küvetin kenarına o kadar kötü vurdum ki hissedemedim günlerce ve tekerlekli sandalyede gezmek zorunda kaldım. Hatta eşimin tatil boyunca en çok eğlendiği şey beni lobide televizyonların başında bırakıp dalga geçmek oldu. Ayağım ise kocaman bir morluk ve bağların zedelenmesi ile bir-iki ayda atlattı durumu.

- Bir de bolca ısırılmam vardır benim hayvanlar tarafından :) Birçok hayvanı korkmadan mıncıkladığım için bazı arkadaşlarım tarafından "Elmayra" diye de adlandırılırım. Mesela bir Bodrum tatilimizde yemek yediğimiz restoranın papağını ısırmıştı severken. Hem de kolumda duruyordu nasıl kurtulacağımı bilememiştim. Diğer ısırılmalarımın çoğu bahçemize düşen kerkenez yavrularına bakarken, evdeki hamsterlar tarafından, kirpi sevmeye çalışırken vs olmuştur...

- En korktuğum şeylerden biri de yabancı bir ülkede cüzdanımı, pasaportumu çaldırmaktır. Floransa da buna benzer bir deneyime çok yaklaşmıştım. Bir mağazaya girdim alışveriş için kasaya gittiğimde cüzdanı arıyorum yok, pasaport yok. Panik halinde fırladım mağazadan dışarı eşimin yanına. Ellerimde aldığım eşyalar olunca mağaza çalışanı da peşimden fırlamış hırsız diye. Neyse anlattım durumu ona sonra o da beni sakinleştirmeye başladı. En sonunda hepsini başka bir çantanın dibinde bulunca rahatladım ama bu da bana ders oldu pasaport ve cüzdan taşıma konusunda.
Tavsiyem otelde kilitli kasanız varsa pasaportunuzu ve tüm paranızı yanınızda taşımamanız ve kasada saklamanız. Yoksa da boyuna asılan kilitli çantalardan alıp onunla taşımanız.

- Bir de en son Amsterdam'da yaşadığımız olaylar var tabii. Coffee Shop felaketlerini hatırlamak bile istemiyorum ama tramvay macerası iyiydi.
Eşim inilmemesi gereken kapıdan indi, ben herşeyi kuralına uygun yapayım diye kapıya gidene kadar kapı kapandı ve ben içeride kaldım (bu arada Hollanda'da vasıta kartınızı hem binerken hem de inerken okutuyorsunuz). Bir durak daha gidip, ters istikamette yürüyüp bulmuştuk birbirimizi.

- Bu arada en son aklıma gelenlerden biri de Marmaris'de ki dede oldu. Sanırım şimdiye çoktan rahmetli olmuştur :(
Marmaris seyahatlerimizden birinde bir köy kahvesinde mola verdik. Elimizi yüzümüzü yıkamak için köy camii'sinin tuvaletine gittik. Çıkışta çok yaşlı iki büklüm bir dede de kahveye gidiyordu. Bende "dede, istersen yardım edeyim yürümene" dedim Her neyse dede girdi koluma ordan burdan sohbet ederken birden kolumu mıncıklamaya başladı hafiften ve bana "ben senin gibi karı istiyorum ama bana almıyorlar" dedi. Ne diyeceğimi bilemedim gülsem mi, kızsam mı? ama kahveye gelene kadar o kısacık yol bitmedi bana :)

Belki size hiç komik gelmemiş de olabilir buradaki anlar ama yaşadığımız her anı keyifle hatırlattığı için seviyoruz biz bunları konuşmayı :)

Peki sizin var mı böyle gülerek anlattığınız anılarınız? Hadi siz de onları paylaşın benimle...

22 Temmuz 2016 Cuma

Yine yeniden Eski Foça



Tarihte Foça:
Antik çağlarda bir İyon kenti olan Foça'nın tarihte bilinen ilk adı denizde yaşayan foklardan dolayı Phokaia'dır. Şehir M.Ö. 11'de Aiollar tarafından kuruldu.

Tarihte usta denizci olarak bilinen Phokaialılar, ayrıca mühendislikteki gelişmişlikleri ve başarıları ile Ege, Akdeniz ve Karadeniz'e de birçok sayıda koloni kurmuslardir. Foçalılar'ın tarihte bilinen kurmuş olduğu önemli kolonilerden bazıları: Karadeniz'deki Amysos (şimdiki Samsun); Çanakkale Boğazı'ndaki Lampsakos (şimdiki Lapseki); Midilli Adası'nda Methymna (şimdiki Molyvoz); ve Avrupa'daki Elea -şimdiki Velia- (İtalya); Alalia (Korsika); Massalia -şimdiki Marsilya- (Fransa) bunlardan bazılaridır.
Ayrıca Phokaialılar İyonya'da, doğal altın-gümüş karışımı kullanarak "elektron" sikkeyi tarihte ilk defa bastıranlardan biri olarak bilinmektedirler. Elbette bu medeni ilerleme o zamanın birçok uygarlıklarını da etkilemiş ve onları Anadolu'ya çekmistir. Cenevizliler şimdiki Yenifoça'yi ilk kuranlardandır.
Foça sırasıyla tarihte; 13. yüzyılda Çaka Bey tarafindan alinarak Çaka Bey'in yönetimine, daha sonra ise Saruhanoğulları Beyliği'nin yönetimine geçmiştir. 1455'te ise Osmanlı Padişahı II. Mehmed, büyük fetihten sonra Foça'yı alarak Osmanlı topraklarına dahil etmiştir.

Bu gibi medeniyetliklere ve topluluklara merkez oluşturduğu icin Foça önemli bir arkeolojik merkez haline gelmiştir. 1953 yılında başlayıp ve günümüze kadar aralıksız devam edip gelen kazılarda, Helenistik döneminden kalan tiyatro, Athena Tapınağı ve Kutsal Alanı, Liman Kutsal Alanı (Kibele'ye ait olduğu düşünülmekte) ile Pers Anıt Mezarı (Foça'nın 7 km doğusundaki "Taş Ev" olarak bilinen) ortaya çıkarılmıştır. Pers Anıtı; bölgeyi MÖ 492 yılında istila eden Ahamenid-Pers Ordusu komutanları için bir anıt olarak yapılmış; daha sonra mezar, ağıl, gözetleme noktası, mola yeri gibi amaçlar için kullanılmıştır. Anıt; Anadolu' da bulunan ender Pers yapılarından birisidir.



Akdeniz foku:
Foça, sayıları giderek azalan akdeniz fokunun yaşam alanlarından biridir. Ayrica akdeniz fokları kentte her yıl yaz aylarında duzenlenen festivallerin de önemli bir sembolu haline gelmistir. Bu sevimli Foça fokuna Merkez Bankası 1996 yılında özel hatıra parası bastırmıstır.

Benim Foça izlenimlerim
Foça'ya ilk olarak yıllar önce gitmiştim. Eşimle evlendiğimiz ilk sene işlerimizin yoğunluğu sebebiyle balayına gidememiştik. Ertesi sene ise bir haftalık mavi yolculuktan sonra ilk durağımız Foça olmuştu. Hatta ilk evlilik yıldönümümüzü de Foça'da kutlamıştık. O yüzden sonraları ne zaman Foça'yı düşünsem beni mutlu eden anları hatırlattı bana. Bu sene eşim İzmir taraflarında birkaç gün işi olduğunu, gelmek istersem Foça'da kalacağımızı söyleyince hiç düşünmeden kabul ettim bende.

İlk olarak yıllar sonra bile bozulmadığını, hatta daha da güzelleştiğini görünce çok mutlu oldum buranın. İlk gittiğim zaman pek fırsatım olmamıştı sokakları detaylı gezmeye. Bu sefer tek başına olmanın da verdiği rahatlıkla sabahları erkenden kalkıp sokak sokak gezme fırsatı buldum.
İlk bir iki gün tereddüt etsem de bu konuda daha sonra sabah ilk iş sahil yolundaki iskeleden denize girdim, kitap okudum, yaşlı teyzelerin balkonlarında içtikleri sabah kahvelerine kendimce yürekten iştirak ettim. Bu arada yanlış yazmadım çoğu yerde yapamazsınız bunu ama Eski Foça'da hemen sahilden denize girebilirsiniz. Buz gibi ama pırıl pırıl bir deniz hem de. 



Öğlenleri Foça çarşı da bulunan lokantalarda yemek yedim, Nazmi Usta'nın muhteşem dondurmalarının tadına baktım, kaldığımız Hotel'in sahibi Sebahattin Bey'le tarih ve turizm hakkında hoş sohbetler ettim (Hotel Karacam).
Ama en güzeli sokakları dolaşıp, eski rum evlerinin güzelliğini görmek, avlularda hışırdayan ağaçların sesini dinlemek, sabahları ağlarını hazırlayan balıkçıları ve yiyecek bekleyen kedileri izlemek oldu benim için. Çeşitli sebeplerle sıkıntılı geçen günlerimde kafamı dağıttı, huzur ve mutluluk verdi bana Foça. 
Foça'da ne yapılır?
Foça da öncelikle kafa dinlenir, huzur bulunur. Çünkü burası bangır bangır müzikleri çalan barların, avaz avaz bağıran satıcıların bulunmadığı bir yer. Alışılagelmiş sahil kasabalarından farklı tamamen.
Sahilden kalkan günübirlik teknelerle gezinti yapabilir, hatta gece ay ışığı turlarına çıkabilirsiniz. Bu teknelerle mitolojide adı Siren olarak geçen ve balık vücutlu, kadın başlı yaratıkların bir zamanlar yaşadığı rivayet edilen "Siren kayalıklarına" gidebilirsiniz. Belki de çıkardıkları söylenen sesleri siz duyarsınız. Kim bilir? Ayrıca bu kayalıklar koruma altına alınan akdeniz foklarının yaşam alanı olduğu için onları da görebilirsiniz...

Tarih seviyorsanız da burası tam size göre. Kybele tapınağına gidebilir, Pers mezar anıtını görebilirsiniz. Osmanlı dönemine ait olan Fatih Camii'ne gidebilir, yel değirmenlerinde güneşi batırabilirsiniz.
Yapabileceğiniz en güzel şeylerden biri de bütün sokaklara gire çıka eski rum mimarisinin harika örneklerini sunan taş evleri görmek olacaktır. Kökenleri 1800'lü yıllara dayanan bu evler eskinin zerafetini ve inceliğini bir tablo gibi sürdürüyor Foça sokaklarında...

Bir rivayete göre kimsenin nerede olduğunu bilmediği kara bir taş varmış Foça sokaklarında. Kim o taşa basarsa Foça'dan bir daha kopamaz, eninde sonunda geri dönermiş. Foça'ya bir kere gittiğinizde kara taşa basmasanız bile tekrar gitmek isteyeceksiniz bir gün. Emin olun...

Ayrıntılı gezi fotoğraflarıma ana sayfada bulunan instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.

Bu yazıyı daha çok fotoğrafla yeni sitemde okumak isterseniz tıklayın

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Aydın Arkeoloji Müzesi















Müze gezmeyi çocukluğumdan beri çok severim. Yurt içi, yurt dışı neresi olursa olsun ilk gittiğim yerler hep müzeler olmuştur. Yıllarca Didim'de bulunan yazlığımızın yolu üstünde olmasına rağmen Aydın Müzesi'ni gezmek ise bir türlü kısmet olmamıştı (gerçi neredeyse üniversite yıllarımdan beri yazlığa gittiğim söylenemez). Şimdi iyiki gitmişim diyorum Türkiye'de gezdiğim Kültür Bakanlığı'na bağlı en iyi müzelerden biri çünkü. Müze modern planlaması, sergilemesi, ışıklandırması ve barındırdığı eserlerin harikalığı ile gerçekten de çok güzel. Daha önceki senelerde gitsem muhtemelen aynı keyfi almayacaktım buradan çünkü; yapımına 2000 yılında başlansa da ödeneksizlik sorunu ve başka sebeplerden dolayı 2012 yılında hizmete giren yeni bir bina bu. Eski binada muhtemelen sergileme ve diğer koşullar bu kadar iyi olmayacaktı (o da varsa tabii).

Müzenin tarihi
1950 yılına kadar halkevi bünyesinde korunan eserler, aynı yıl hazineye devredilmiştir. Aydın Müzesi 16.02.1959 yılında memurluk olarak kurulmuş, 17.02.1969 yılında Müze Müdürlüğü olarak hizmet vermeye başlamıştır. Aydın Müzesi, müze binasının tamamlanmasından sonra 23 Nisan 1973 yılında kendi binasında ziyarete açılmış ve 2012 yılına kadar bu binada hizmet vermiştir. İlk açıldığında arkeolojik ve etnografik eserler aynı binada sergilenmiştir. Aydın Müzesi, zaman içerisinde hızla gelişen bölgede devam eden bilimsel kazı ve araştırmalardan elde edilen eserler ve çeşitli yollarla Aydın'da yaşamış uygarlıklara ait eserleri bünyesinde toplayarak eşsiz koleksiyonlara sahip olmuştur. Aydın Müzesi, 40 yıllık yaşamında fiziki ömrünü büyük ölçüde tamamlamış; teşhir salonları, depolar, bürolar ve servis üniteleri, çağdaş müzecilik anlayışı normlarına cevap veremez duruma gelmiştir.(kaynak www.aktuelarkeoloji.com)

Müzede bulunan eserler
Müzede Tepecik Höyük kazısından çıkarılan Prehistorik eserlerin yanı sıra Arkaik döneme ait eserler sergileniyor. Benim en ilgimi çeken kısım "Mozaik Salonu" adı verilen kısım oldu.

Bu salonda Aydın'ın Yenipazar ilçesinde, Orthosia antik kentinden sökülerek müzeye getirilen mozaik sergilenmektedir. Mozaik MÖ 2. yüzyıla tarihlenen bir Roma villasına ait taban mozaiğidir. Mozaik dört ana pano ve etrafındaki bordürlerden oluşmaktadır.

Bordürlerde çeşitli hayvan figürleri ve geometrik motifler bulunur. Ayrıca Orthosia mozaiği üzerindeki gladyatör figürleri esas alınarak interaktif “Gladyatör Dövüşleri Sahnesi uygulaması yapılmıştır. Ayrıca çobanların ve sürülerin koruyucu tanrısı Pan, şeytani gülüşüyle müzenin öne çıkan eserlerindendir (kaynak www.aktuelarkeoloji.com).

Bu interaktif Gladyatör dövüşleri uygulamasının bir benzerini de Çorum müzesinde görmüştüm. Hititler döneminde kullanılan bir araba benzeri ili "Hattuşa sokakları"nda dolaşıyordunuz. Bu tip uygulamalar özellikle çocukların ilgisini çekecek, müze gezmeye ve tarihi sevdirmeye dair iyi şeyler katacak uygulamalar bence.



Arkaik Panionion Bölümü
Aydın'ın Kuşadası ilçesi Davutlar beldesi, Samson Dağı zirvesinde yer alan Melia antik kenti içerisinde bulunan Arkaik Panionion Tapınağında yapılan kazı çalışmalarında elde edilen buluntuların sergilendiği bu bölümde, Arkaik Döneme ait pişmiş toprak antefiksler, asker heykelcikleri, bronz ok uçları önemli eserlerdendir. Ayrıca bu bölümde Arkaik Panionion Tapınağı ve İon Birliği'nin toplantı salonundan oluşan yapının üçte bir oranında küçültülerek yapılan bir örneği yer almaktadır.

Müzede bu bölümler dışında Kuşadası Kadıkalesi (Anai) kazılarından elde edilen Prehistorik döneme ve Bizans dönemine ait eserler, Alabanda, Tralleis, Magnesia, Nysa antik kenti kazılarından çıkarılan eserler de sergilenmektedir.

Sonuç olarak Aydın Arkeoloji Müzesi gezip görmeye değecek güzellikte bir müze. Hatta sergilenen eserlerden bazılarını (fotoğraflarda da görebileceğiniz kanatlı Nike ve Eros heykelcikleri) -ya da bu formda olanları- ilk defa burada gördüğümü düşünüyorum. Aklıma takılan en önemli konu ise bu güzellikte eserlerin neden çok az kişinin (muhtemelen) gittiği bir müzede sergileniyor olması. Her ilde bir müze olması gerekli mi yada gerekliyse önemli eserlerin orada mı sergilenmesi gerekli bilmiyorum. Dünyada örneklerini gördüğümüz gibi Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlere gerçekten çok donanımlı, bir çok eseri bünyesinde sergileyebilecek "Ulusal Müzeler" yapılamaz mı? Siz ne dersiniz?

Bu arada müzenin girişinde Müze Kart geçerli. Müze Kartınız yok, İş Bankası Maximum kartınız varsa onu da müze kart yerine 1 ay boyunca kullanabiliyorsunuz.

Ayrıntılı gezi fotoğraflarıma ana sayfada bulunan instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.

Bu yazıyı daha çok fotoğrafla yeni sitemde okumak isterseniz tıklayın