30 Eylül 2009 Çarşamba

Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri / Edirne



Güreş, geleneksel Türk sporları içinde ön sıralarda yer alan ve yaşlı güreçilerle gelenekselliğini sürdüren bir spor türüdür.Kırkpınar güreşleri ile de bu geleneksellik devam etmekle ve devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Edirne 'nin 1361 yılında fethinden önce, Anadolu 'da bulunan Osmanlılar, Orhan Gazi devrinde oğlu Süleyman Paşa Komutasında 1356-1357 yıllarında Rumeli 'ye geçerler. Burada yaptıkları akınlar sırasında savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde zamanlarını aralarında çeşitli sporlar yaparak değerlendirirlerdi. Bir keresinde güreşe tutulan 40 yiğit içinden ikisi tutuştukları güreşi gece yarısına dek sürdürdükleri halde sonuçlandıramazlar ve ikisi de güreştikleri yerde can verirler. Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan bir incir ağacının altına gömdükten sonra Edirne 'ye doğru akınlarına devam ederler. Edirne 'nin fethinden sonra Ahırköy Çayırlığına geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görmüşler, bu nedenle de "Kırktı bunlar. Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlar" diyerek o yere Kırkpınar demişlerdir.

I.Murat Edirne 'nin alınmasından sonra, Edirne 'de bir güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böylede her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.

Kırkpınar Edirne 'yi Ortaköy 'e bağlayan 35 km.lik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan savaşından sonra (1913) Yunanistan 'a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen Çimenlik bir yerin adıdır. Bu yerin bir tarafı Topçu Ali Ağa 'nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio 'lu (Totio 'lu) Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu 'nun sebze bahçesi ve bir tarafıda Kırklar çeşmesidir. Bu Yiğitleri anmak ve güreş geleneğini sürdürmek için de güreşler 1923-1924 tarihlerinden itibaren Edirne 'nin "Sarayiçi" denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır.

www.edirne.gov.tr

Adalet Kasrı / Edirne




1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Adalet Kasrı, Selçuklu Mimari tarzında ve ve taştan inşa edilmiştir. Bu kasır, Bakanlar Kurulu (Divan-ı Hümayun) ve Yargıtay olarak kullanılırdı. İlk katında Şerbethane, ikincisinde divan katipleri, en üst katta da Divan heyetinin toplandığı mermer salon bulunmaktaydı. Divan'ın toplandığı salon ortasında Edirnekari mermer bir havuz ve köşede kafes arkasında padişahın tahtı yer alır. Kasrın önünde iki taş vardır. Bunlardan sağdaki, seng-i arz, halkın dilekçelerini değerlendirilmek için üzerine bıraktığı taştı . Soldaki, seng-i ibrette ise ölüm cezasına çarptırılanların kelleleri sergilenirdi.

4 Eylül 2009 Cuma

Sveti Georgi Bulgar Kilisesi / Edirne







1880 yılında kurulan Sv. Georgi, Edirne’nin arka sokaklarında küçük bir Ortodoks kilisesi. Kurulduğundan bu yana aynı ailenin üyeleri papazlık yapıyor. Şu andaki Papazı Aleksandır Çıkırık. Gittiğimizde boş olan kiliseyi Bulgaristandan bir grup gelene kadar gezip, inceleme fırsatı bulduk. Kilisenin bakıcısı bize kısaca tarihini anlattı. Kilisenin üst katında ise Bulgar kültürünü tanıtan çeşitli kıyafetler ve takılar var. Bilgi veren yazıların neredeyse hepsinin Bulgarca yazılmasından dolayı bu yazıları okuyamasak da resimler ve objeler bize herşeyi anlattı. Çan kulesinden görülen Selimiye Camii manzarası ise gerçekten çok etkileyiciydi.


Kilisenin Tarihi
Edirne’de Bulgarların yaşadığı yıllarda Vali Rauf Paşa, Bulgar vatandaşların ibadet edebilmesi için bir kilise yaptırır. 1880’de açılan kilisenin papazlığını, Peterberon Erkek Sanat Lisesi’nin müdürü üstlenir. Balkan Savaşı patlar, okul kapanır. Müdür İstanbul’a göç eder, kilise papazsız kalır. Okulun son öğrencilerinden biri, Aleksandır Çıkırık’ın babası Filip’tir. Kilise cemaati yöneticiliği yapmış, papazlar yetiştirmiş bir aileden gelen Filip (Aleksandır Çıkırık'ın babası), görevi üstlenir. 1940’lı yıllarda, bakımsızlıktan harabeye dönene dek kilisede kesintisiz ibadet yapılır. Balkan Savaşı’ndan sonra Edirne’de cemaat yok denecek kadar azalmıştır. Uzun zaman kapalı kalan kilise 9 Mayıs 2004 tarihinde eski Bulgar kralı ve zamanın başbakanı Simeon Sakskoburgotski’nin de katılımıyla açılır.
Edirne’de Ortodoks cemaatin üyeleri 40 kişi civarında. Katolik ve Protestanların bir kilisesi olmadığı için onlar da ibadet için Sv. Georgi’ye geliyor. Şehirde 15 kadar Müslüman-Ortodoks evliliği var. Özel günlerdeki ayinler için Bulgaristan’dan bile gelenler oluyor. Bazılarının düğünlerini de burada yapmış. Müslümanlar, ayini merak ettikleri için kilisede mum yakıp gidiyorlarmış.

3 Eylül 2009 Perşembe

Selimiye Camii / Edirne



Edirne dendiği zaman akla ilk gelen yerlerden biri de tabi ki ünlü Selimiye Camii. Selimiye'nin methini, azametini, muhteşemliğini duymuştum ama gözlerimle gördüğümde daha da çok etkilendim ve Mimar Sinan'ın dehası karşısında bir kez daha hayran kaldım. Selimiye Caminin etkisi daha içine girmeden görkemiyle sizi etkilemeye başlıyor. Bu etki caminin içine girdiğiniz anda doruk noktasına ulaşıyor. Osmanlı döneminin en önemli eserlerinden olan bu önemli cami mutlaka gidilip, görülmesi gereken yerlerden bir tanesi...


Selimiye Camii hakkında bilgiler
Mimar Sinan'ın 80 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği anıtsal yapı Osmanlı-Türk sanatının ve dünya Mimarlık tarihinin baş yapıtlarındandır.Yapının mülkiyeti Sultan Selim Vakfındadır. Edirne-Merkez Yeni Mahallededir.
Edirne'nin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun simgesi olan cami,kentin merkezinde, eskiden Sarıbayır ve Kavak Meydanı denilen yerdedir.Burada daha önce Yıldırım Bayezid'in bir saray yaptırdığı bilinmektedir. 1569-1575'te Sultan II.Selim'in emriyle yaptırılmıştır.Çok uzaklardan dört minaresi ile göze çarpan yapı, kurulduğu yerin seçimiyle, Mimar Sinan'ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da göstermektedir. Kesme taştan yapılan cami iç bölümüyle 1.620 m2'lik,tümüyle 2.475 m2'lik bir alanı kaplar. Mimarlık tarihinde en geniş mekana kurulmuş yapı olarak nitelenen Selimiye Camisi, yerden yüksekliği 43.28 m. olan, 31.30m. çapındaki kubbesiyle ilgi çeker.Ayasofya'nınkinden daha büyük olan Kubbe, 6 m. genişliğindeki kemerlerle birbirine bağlanan 8 büyük payeye oturur. Köşelerde dört, Mihrap yerinde bir yarım kubbe merkezi kubbeyi destekler.
Yapıyı, kubbe kasnağında 32 küçük pencereyle, yüzlerdeki üst üste 6 dizide çok sayıdaki pencere aydınlatmaktadır. Mimar Sinan'ın yarattığı 8 dayanaklı cami planının en başarılı örneğidir. Önünde 18 kubbe ve 16 sütunla çevrili revak bulunmaktadır. Ortada, mermerden zarif bir şadırvan vardır. Son Cemaat yeri, kalın yuvarlak 6 sütun üzerine 5 kubbelidir. Mermer işlemeli giriş kapısının üzerindeki kubbe yivli, diğerleri düzdür. Caminin 3.80 m. çapında, 70.89 m. yüksekliğindeki üçer şerefeli dört zarif minaresi vardır. Giriş yönündekilerle şerefelere tek yolla, diğer ikisinde ise üç şerefeye ayrı ayrı yollardan çıkılmaktadır.
Cami, mimari özelliklerinin erişilmezliği yanında taş, mermer, çini, ahşap sedef gibi süsleme özellikleriyle de son derece önemlidir. Mihrap ve minberi mermer işçiliğinin baş yapıtlarındandır. Ortasında 12 mermer sütuna oturan müezzin mahfili yer alır. Sağda kitaplık bulunmaktadır. Mihrabın solunda Hünkar Mahfili vardır. Bunun alt bölümü tavanındaki özgün kalem işleri dönemin tüm canlılığını göstermektedir. Yapının çini süslemelerinin, Osmanlı ve dünya sanatında ayrı bir yeri vardır. XVI. yy çiniciliğinin en güzel örnekleri olan bu çiniler, sır altı tekniğinde olup İznik'te yapılmıştır. Mihrap duvarı, minber köşk duvarı, Hünkar Mahfili duvarlar, kadınlar mahfili, kemer köşelikleri, kıble yönündeki pencere alınlıkları çinilerle bezenmiştir. Mihrap duvarındaki büyük çini panolarda al, mavi çiçek ve yaprak süslemeler, pencere üstlerinde lacivert üzerine ak, sülüs elhem suresi yazılı kartuşlar, en üstte de geniş bir ayet bordürü yer alır. Minber Köşkündeki çini pano, lacivert üzerine ortada kırmızı, ak bahar çiçekli ağaç altında yaprak, sümbül ve lalelerle bezenmiştir.
Hünkar mahfili zenginliği ve çeşitliliği ile ilgi çeker. Mermer mihrabın sivri kemerli alınlığında lacivert üzerine ak sülüsle, ayet yazısı göze çarpar. Bu bölümde kırmızı, mavi, yeşil renkli şakayıklar, bahar ağaçları, ak üzerine iri mavi rozetli ve çevresi çiçekli panolar, baklava biçimi yapraklar arasında karanfiller ve bahar dalları XVI.yy çinilerinin en güzel örnekleridir. Hünkar mahfili çinileri arasında, bir Saraydan getirilerek buraya sonradan konmuş olabileceği düşünülen iki elma ağacının oluşturduğu elmalı panonun Osmanlı çinilerinde özgün süsleme olarak ayrı bir değeri vardır. Bu bölümde sivri kemerli pencere alınlıklarında, lacivert üzerine ak sülüsle ayetler ve iki pencere arasında tepede yine lacivert üzerine ak kufi yazılı kare pano da ilgi çeker. Hünkar mahfili duvarlarının yarısını kaplayan bu çiniler, mihrap çinilerinden daha niteliklidir. Ancak, düzenleme ve anıtsallık yönünden daha yalındır.
Selimiye Camisinin taş duvarlarla çevrili geniş dış avlusunda, Darül-Sübyan, Darül-Kur'a ve Darül-Hadis yapıları bulunmaktadır. Bu yapıların bir bölümü ve medrese, Edirne Müzesi'nin çeşitli bölümlerini oluşturmaktadır.
Cami terasının altında yer alan Arasta (çarşı), III.Murat zamanında Selimiye'ye vakıf olarak yaptırılmıştır. Mimarı Davut Ağa'dır.



Selimiye'nin Yapı Malzemeleri 
Edirne piyasasından sağlanmıştır. İnşaata ilişkin belgelerde, Enez'den bazı direklerin, Fere'den bir renkli Taşocağı ürünlerinin ayrıca, Marmara Adası'ndan ve Kavala'dan mermer getirildiği yazmaktadır. Evliya Çelebi, beyaz mermerden yapılan avlu için Atina'dan ve Temaşalık denen bir yerden gelen altı sütundan sözeder. Yine Evliya Çelebi Kıbrıs'tan ve Hüdavendigar Sancağı'nın Aydıncık Kasabasından Getirilen diğer sütunların birer Mısır Hazinesi kadar harcama yapmayı gerektirdiğini belirtir. Bazı Kaynaklarda Selimiye Caminin yapım masrafının Kıbrıs'ın Fethinden elde edilen gelirle karşılandığı da söylenmektedir.

Selimiye inşaatı 1568'de başlatılmış, 27 Kasım 1574 günü açılması kararlaştırılmış, 1575 Yılında ibadete açılmıştır.


Selimiye Avlusu
Avlu yaklaşık birbirine eş iki Dikdörtgen alandan oluşur. Avluya giren kapıların en görkemlisi batı yönüne açılır. Buradaki kapıdan girildiğinde beyaz mermerden çatısız ve çanak şeklinde bir şadırvanlakarşılaşılır. Bu onaltıgen şadırvan Osmanlı Mimarisi Klasik Döneminin en güzel tasarımlarından biridir.
Şadırvanla avluda 18 kubbe 16 sütun bulunur. Selimiye'nin dış avlusu Camiyi üç taraftan çevirir.
Selimiye Camisi'nin taş duvarlarla çevrili geniş dış avlusunda Dar-ül Sübyan, Dar-ül Kur-a ve Dar-ül Hadis Yapıları bulunmaktadır.
Bahçe kapılarının sayısı Sekizdir. Bunlardan Mimar Sinan Caddesi'ne doğru açılana, önceleri, Alay Kapısı; Kıble tarafındaki küçük kapıya; Dilenci Kapısı, doğuya dönük ortadakine de; Darphane Kapısı denmekteymiş...
Caminin batıdaki büyük kapısıyla birlikte dört kapısı vardır.
Selimiye bahçesinde üç Anıt Ağaç (Londra ve Doğu Çınarı) bulunmaktadır.
Selimiye'nin Kubbesi
Selimiye'nin kubbesi Sanayi öncesi mimaride tek kubbeli Mekan yapılarının gelişmesini en son noktasına ulaştıran bir "doruk nokta" olarak kabul edilir.
Yüksekliği 43.28 m. çapı 31.22 m. olup ağırlığı 2000 tondur ve sekiz sütun (filayağı) üzerine oturtulmuştur. Selimiye'nin kubbesi Osmanlı Mimarisi'nin olduğu kadar,kubbeli yapı geleneğinin en büyük aşamsıdır. Kubbedeki kalem işi süslemeler 1978-1985 yılları arasında restore edilmişlerdir.




Selimiye Camisi Hakkında Ayrıntılar
Selimiye, varlığı ile, Türk Tarihindeki Edirne'ye güç katarak Ona simgesel bir nitelik kazandırmıştır. Yalnız zamanımızın araştırmacıları değil, eski yazarlar da Selimiye'nin bir başyapıt olduğu konusunda birleşirler.
Ernst Diez bu cami için şunları söyler: "Selimiye; mekan büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür."
Bu cami Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki gücünün hala devam ettiği 16. yüzyıldaki politik egemenliğini de vurgulayan "son sultan yapısıdır".
Bir başka anlatımla Selimiye, Osmanlı Mimari Söyleminin ideal bir ifadesidir. Günün her saatinde kullanılan bu "Kent Tacı" politik gücün dini yapıda somutlaşan gösterisi anlamında, simgesel bir amacı da yerine getirir.

Şadırvandan Akan Zemzem Suyu

Müezzinler Mahfeli'nin tam altında bulunan şadırvancık, Mermerdir. Evliya Çelebi bu şadırvanın havuzunu Bursa Ulu Cami Havuzuna benzetmektedir.Halk arasında şadırvandan akan suyun zemzem Suyu olduğuna inanılır.

Ters lale Motifi
Müezzinler Mahfeli'nin kuzeydoğu yönünde; köşedeki mermer ayağında, Bir küçük ters lale motifi bulunur.Yaygın söylenceye göre bu lale, Cami arsasının sahibi olan ve burada lale yetiştiren kişinin, arsaya Cami yapımı için çıkardığı güçlük ve ters tutumunu sembolize etmektedir.
Bazılarına göre caminin yapımında çalışan kör bir ustanın ürünü olan bu lale için, halk arasında, başka inançlar da vardır. Örneğin, Allah ve lale sözcüklerinde aynı harfler bulunması nedediyle bu çiçeğe Mistik bir anlam kazandırılmış ve kutsal sayılmıştır. Ayrıca eski Harflerle yazılmış lale sözcüğü tersten okunduğunda Osmanlılar'ın Kutsal alameti olan hilal okunur.
Bir başka yaklaşım da Mimar Sinan'ın o günlerde hastalanan ve ölen Torunu Fatma ile ilgilidir. Buna göre zaten kalın boğumuyla yeteri kadar bozulmuş lale motifi Sinan'ın torunuyla ilgilendiği ve moralinin Bozuk olduğu günlerde bir kalfa tarafından kondurulmuştur.
Selimiye'deki ters lale motifi, ziyaretçilerce, günümüzde de en çok Merak edilen cami öğelerinden biridir ve farklı söylenceleri olma özelliğini sürdürmektedir. Ters lale Dahil Selimiye Çinilerinde 101 Ayrı Lale Motifi Kullanılmıştır. Selimiye Camisi'nde sıva üstü ve ahşap boyama kalem işlerinde değişik Lale motifleri kullanılmıştır.


Hünkar Mahfeli
Caminin sol ön köşesindedir ve buna Sultan Mahfeli diyenler de vardır. Dört sütuna oturtulmuş olup sütunlar dört kemerle bağlanmıştır. Burada bulunan çinilerin önemli bölümü 1878 Osmanlı - Rus Savaşı Döneminde Ruslar tarafından sökülüp götürülmüştür.
1913 yılındaki Bulgar kuşatmasında camiye isabet eden top izlerinden biri hala görülebilir durumdadır. Sultan Mahfeli yönünde ve kubbecikte bulunan bu iz, 1930 yılında Atatürk'ün Edirne'ye yaptığı ziyarette Onun emriyle ve bir "ibret" olarak yerinde bırakılmıştır.
Selimiye Minareleri
Caminin kareye yakın ve enine dikdörtgen planlı, dört köşesinde Bulunan minareler yapıyı çevreleyen ve büyük kubbeyi kucaklayan bir görünüm sunar. Böylece minareler merkezi bir planı vurgularken yapıya Dikeylik özelliği de katarlar.
Dört minarede 380 cm. çapında, külaha kadar 70.80 m. külah ve alem dahil 85 m. yüksekliğindedir. Selimiye'den yüksek tek minare ise Delhi'deki Kutb-Minar'dır. Ancak bu minare Selimiye minarelerine göre çok kalındır.
Selimiye Camisi, bütünü meydan getiren her bir özelliği ile ilgi çekici olmakla beraber, bu bütünün ortaya koyuluş biçimi ve tüm yönlerin içinde herhangi birinin öne çıkmayarak bütünün içinde yer alması ile diğer abidevi eserlerden ayrılmaktadır.


Selimiye'ye İlişkin İnançlar ve Söylenceler
Halk arasında Selimiye'yi yüceltme arzusundan kaynaklanan söylencelerin bazıları zamanla inanç haline dönüşmüştür. Bunda bazı Yazı ve yazarların payı olduğu da söylenebilir. Bilimsel anlamda doğrulanmayan veya büsbütün yanlış olduğu ortaya konulan söylence ve inançlar için şu örnekler verilebilir:
Selimiye'nin kubbesi Ayasofya'dan büyük değildir. Ancak Mimar Sinan'ın Ağzından yazıldığı belirtilen "Tezkiret-i Bünyam"da Selimiye anlatılırken: "Kubbeyi, Ayasofya kubbesinden altı zira kadrin ve dört azra derinliğin ziyade eyledim." dediği belirtilir. Gerçekten de Selimiye kubbesi yarıküre, Ayasofya kubbesi oval ve bsıktır. Selimiye'nin kubbe çapı 31.22 m., Ayasofya'nın ise 30.90 ile 31.90 arasınnda değişen hafif oval bir kubbedir. Bu da hemen hemen Eş büyüklükte oldukları anlamına gelir. Mimar Sinan Selimiye'de Osmanlı Mimarisi'nin özlemini çektiği mekan bütünlüğünü gerçekleştirdiği için kendisiyle övünmektedir.
Müezzinler Mahfeli altındaki şadırvandan akan su zemzem suyu değildir. Pencereleri 999 adet olmayıp "Eğer bin olsaydı Mekke yerine geçecekti." görüşü yanlıştır. Çünkü pencere sayısı söylenenin Neredeyse yarısı kadar olup haremde 342, harem avlusunda 42 pencere bulunmaktadır. Şerefe sayılarının toplam 12 oluşu İkinci Selim'in Padişahlık sıralamasındaki 12. yeriyle ilgilidir görüşü tartışmalara açıktır. Bazı tarihçiler I. Süleyman ve Musa Çelebi'yi padişah kabul eder, bazıları etmez. İkinci Selim'in 12.ciliği ise, bu yaklaşımlara göre, değişmektedir.
Selimiye Kıbrıs ganimetleriyle yapılmamıştır veya Padişah'ın rüyasında Kıbrıs'ı alırsam Edirne'de yaptıracağım." şeklinde Hz.Muhammet'e söz vermesiyle ilgili olamaz. Çünkü; caminin yapımı Kıbrıs'ın alınmasından önce başlamıştır.
"Minarelere hangi yönden bakılırsa bakılsın iki adet görülür." Değerlendirmesi yanlıştır. Minareler çok yerde üçer görülebilir.
Terslale konusu çok yorumludur. Örneğin; Selimiye'nin yapıldığı yerin özel bir kişiye ait lale tarlası olduğu da kabul edilemez. Çünkü o Alan Edirne'de ilk Saray'a aittir.
Caminin altında kayıkla gezilebilecek oranda su bulunduğu da kanıtlanamamıştır.
Diğer yandan halk arasında yaygın olarak şunlara inanılır:
"Cami kubbesi tektir çünkü Allah birdir. Camisi pencereleri beş Kademelidir; çünkü, İslamın şartı beştir. Vaaz kürsülerinin dört oluşu İslam'da dört mezhebin varlığına işaret eder. Selimiye Külliyesindeki 32 kapı, İslam'ın 32 farzıdır. İki minarede toplam altı yol oluşu, İmanın altı şartını işaret eder." 


Gülhane Parkı


Şarkılara, şiirlere bile konu olan Gülhane parkına daha önce gitme fırsatım olmamıştı. Sanırım bunun en büyük nedenlerinden biri de önceki yıllarda park hakkında basında yazılan olumsuz yazıların beni bir şekilde negatif etkilemesiydi (kirliliği vs.). Geçtiğimiz günlerde Sultanahmete gittiğimde bu parkı gezme fırsatı bıldum ve daha önce gitmediğime pişman oldum. Park gerçekten çok temiz, çok bakımlı ve huzur vericiydi. Özellikle güzel havaların kısmen devam ettiği bu günlerde İstanbulda gidip görülmesi yerlerden biri Gülhane Parkı. Parkta yapılacak en keyifli şeylerden biriyse parktaki çay bahçesinde eşsiz boğaz manzarası eşliğinde çay keyfi yapmak...

Gülhane Parkının Tarihçesi
Eminönünde yer alan tarihi bir parktır. Alay Köşkü, Topkapı Sarayı ve Sarayburnu arasında yer alır.

Gülhane Parkı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Topkapı Sarayı'nın dış bahçesiydi ve içinde bir koru ve gül bahçelerini barındırırdı. Cemil Paşa (Topuzlu) zamanında düzenlenerek 1912 yılında park haline getirildi ve halka açıldı.
Toplam alanı 163 dönüm kadardır. Parkın girişinde sağ tarafta İstanbul belediye başkanlarının büstleri vardır. Ayrıca, Sarayburnu kısmında Atatürk'ün Cumhuriyetten sonra dikilen ilk heykeli (3 Ekim 1926) bulunur. Heykel, Avusturalyalı mimar Kripel tarafından yapılmıştır. Parkın ortasından iki yanı ağaçlı yol geçer. Bu yolun sağında ve solunda dinlenme yerleri, çocuk bahçesi bulunmaktadır. Boğaza doğru kıvrılarak inen yokuşun sağında ise Romalılardan kalma Gotlar Sütunu (bkz. Gotlar Sütunu) vardır.
Parkın Sarayburnu kısmı eskiden Sirkeci demiryolu hattı üstünden bir köprüyle ana parka bağlıydı. Bu kısım sonradan sahilyolu (1958) ile parktan ayrıldı.

Atatürk, halka latin harflerini halka ilk defa bu parkta 1 Eylül 1928 tarihinde gösterdi. Atatürk'ün naaşı Ankara'ya gönderilirken, İstanbul'daki son tören Gülhane Parkı'nın Sarayburnu bölümünde 19 Kasım 1938 tarihinde yapıldı. Tabut, top arabasından 12 general tarafından alınarak Yavuz zırhlısına götürülmek üzere rıhtımdaki bir dubaya yanaşan Zafer destroyerine konuldu.

Yıllardır çok kötü ve harap bir şekilde bulunan park 2003 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek, eski görkemli günlerini aratmayacak bir duruma getirildi.

Gotlar Sütunu / Gülhane Parkı


Topkapı Sarayı dış bahçesinde,Gülhane Parkı Sarayburnu girişinde bulunan Ve Roma Devri'nden günümüze hiç değişikliğe uğramadan gelen en eski abidedir. 3.veya 4.yy'da dikilmiş olan sütun yüksek kaide üzerinde 18.5 m boyunda Prokonnessos mermerinden tek bir blok halinde yapılmıştır. Sütun başı korint üslubunda kartal arması ile süslüdür. Got'lara karşı kazanılan zaferden bahseden kitabe satırlarından dolayı Gotlar Sütunu adıyla anılır (FORTUNAE REDUCI OB DEVICTUS GOTHOS). Bu kısa kısım "Gotların yenilgisi sebebi ile geri dönen Fortuna'ya" anlamında gelmektedır. Genel inanışa göre bugünkü kitabe Claudius'un Gotlara karşı kazandığı zaferi anmaktadır. Fakat I. Konstantin'in, 331-332 tarihlerinde Got kabilelerine karşı kazandığı galibiyetleri zikretmesi de muhtemeldir.

6. yüzyıl tarih yazarı Lidyalı İonnes, sütün başlığının aslen Yunan Şans ve Baht Tanrıçası olan Tykhe'nin bir heykelini taşıdığını söyler. Tyhke'nin pagan tanrıçası olması nedeniyle, Hristiyanlığın resmi din olmasından sonra kaldırılmış olabilir. 14. yüzyıl tarihçisi Nikephoros Gregoras'a göre sütun Byzantion'a adını veren Megaralı Byzas'ın bir heykelini taşımaktaydı. Bu iddianın nedenlerinden biri de şehrin kurucularının karaya çıktığı yerin, kolonun çok yakınlarında olmasıdır.